Kitaplara yapılan kıyım halka yapılan kötülüktür bence. Ben buna hiç dayanamam. Nerde böyle bir olay, böyle bir kitap kıyımı görsem, o an başkaldırasım gelir. Başım döner, gözüm önümü görmez.
Son yıllarda yapılan deneylerde birçok hastalığın temelinde ruh ve sinir hastalıkları olduğu ortaya çıktı. Ancak çoğu zaman "hastalık" ile "belirtiler" birbirine karıştırıldığı için, hastalıkların psikolojik kökenli olup olmadığı araştırılmıyor. Bu da birçok hastalığın yanlış teşhis edilmesine neden oluyor.
Nevroz, baskılanmış güdülerin şekil değiştirmesinden başka bir şey değildir. Rüyalar, semboller, dil sürçmeleri, takıntılar... Hepsi biçim değiştiren arzuların ve güdülerin bir uzantısıdır.
Dil sürçmeleri, küçük sakarlıklar ve ölümle sonuçlanan kazaların tamami bilinç dışı güdülerin işlevsel ifadesinden başka bir şey değildir. Kişi "en bilinçli" olduğu zamanlarda bile tam anlamıyla bilinçli sayılamaz.
Çoğu zaman kendimiz hakkında da yeteri kadar bilgi sahibi olmadığımızı fark ederiz. İnsanın geçmişte yaşanan bir olayı hatırlarken "bunu nasıl yapmışım?" ya da "bu sözü gerçekten ben mi söyledim?" şeklinde kendisine yönelttiği sorular, bazı davranışlarımızın nedeninin bilinç düzeyinde olmadığını kanıtlar.
Bilinmeyene karşı gösterilecek olan hoşgörü, cehaletten kaynaklanan tehlikeler bertaraf edildikçe artar. Fakat buna rağmen insanların büyük çoğunluğu bilgiden değil cehaletten güç almaya devam eder.
Belli başlı kaynaklarında psikanalizin "savaştan sonraki zamana ait bir bilim dalı" olarak ele alındığını görmek mümkündür. Bu yanlış tanımlamalar yüzünden, psikanalitik yöntemler hatalı bir şekilde uygulanmış, bu da birçok soruna yol açmıştır.
Zira dağlar çoğu zaman bulutlarla soyutlanmıştır ve hayali bir görünüm arz ederler; her zaman yüksekte, her zaman daha uzakta ve her şeye rağmen en erişilmeyen hâlâ "bizim"dir, hâlâ hayatımızın bir parçasıdır; bu, bizim manzaramızdır.
En üstün ve en nadir başarı, bilinmeyeni keşfetmek, inanılmaz olanı açığa çıkarmak değil gündelik varoluşu, herkese açık olan olasılıkları, tüm zenginliğiyle insan ruhundaki potansiyelin en verimli şekilde gerçekleştirilmesini araştırmaktır.
Gerçekte, masif ve granit bir dünya, içsel dürtülerin sınırsız yaşamsallığı yoluyla ölümcül bir biçimde taşlaşmış bir maddeye yansıtılır ve tam bu nedenden ötürü varoluşun türbülanslarından korunmak isteyenler ve sığınak arayanlar için din, kalıcı bir sığınak olur.
Fizyolojik olgunluğumuzun ruhsal durumlarla aynı oranda kesiştiği oldukça enderdir, dahası iki durumda da biriyle kalıcı bir beraberlik kurmaya niyetlenen bir insanda zeka ve karakter olgunluğunun kesişmesi de bir o kadar enderdir.