Sabahın toprağı kırdığı gibi, o da insanların yaşamlarını kıracak ve var olan her şey onun gözlerindeki ateşle kavrulacak. Ayak izlerinde savaş boruları ötecek, kuzgunlar sesiyle beslenecek ve kılıçlar tacını giyecek.
Kehanetin bu parçası garip bir hüzün yükledi üzerime. Savaştan, ölümden kaçan bir adamın kaçınılmaz bir şekilde ölüm ve savaş getirmesi... Rand Al'Thor "Ben neysem oyum ve ne yapmam gerekiyorsa onu yapıyorum." demesi ayrı üzüyor... Ah be Rand'ım...
Ortalık sessizdi, çıt çıkmıyordu. Işıkların çoğu sönmüştü. Avluya bakan pencerelerin ardında yaşayanlar az önce pek de tanımadıkları bir insanı öldürmeye bu kadar yaklaşmamışlar gibi yataklarına girmiş, mışıl mışıl uyuyorlardı.
Mürşit bu insanların uykularının kıskandırıcı olduğunu düşündü, gamsızlıklarının delirtici olduğunu. Burada hayat denen rezalete, musibete, felakete tahammül etmek için gamsız olmak şarttı. Duygusuz olmalıydı insan. Aklı, vicdanı felç olmalıydı.