Hayatın olduğu yerde hiçbir şeyin durması mümkün değil tabii. Belki gerileme olur yani yönü istenilmedik bir gelişme, bir hareket söz konusudur, ama hiçbir şey yerinde saymaz. Ya saadetine yahut felaketine doğru yürür insanoğlu.
İnsanlar artık aya, güneşe, Lat ve Menat putuna tapmıyorlar ama devlet adamlarına, piyasaya, makinalara, teşkilatlara, teorilere tapıyorlar. Yeni putları mukaddes kılabilmek için kitaplı dinleri terkediyorlar.
İmana yöneliş her zaman, dikkat, dirilik, kafa dinçliği, silkiniş duygularına denk düşen bir yöneliştir. Putperest tavırda ise bir çaresizlik, uzlaşma, köleliği kabullenme vardır.
Kuran insan zihninin faaliyetlerini anlamlı kılar, yoksa insan zihni Kuran-ı anlamlandıramaz. Çünkü kavrayış tek başına yeterli değildir. Kavrayış amelle (eylemle) birlikte bir bütün teşkil eder. Bu bütünün dahi anlamlı olması ancak niyetin saflığı, arılığı, kalbin halisliğiyle mümkündür. Giderek, İslam'ın ferdi cehdin Allah'ın kayrasıyla (inayetiyle) tamamlanmış üstün ilkelerine yaklaşılacağı düşünülebilir.
Özetle, denilebilir ki İslam'ı kavrama, onu yaşama ve ondan kendi adına, insanlık adına hayır umma hususlarının birbirinden ayrılmayan tecrübeler olduğu anlaşılmadıkça esasa yaklaşılamaz.
Milli hedefleri olan kimse için İslamiyet vazgeçilmez bir dinamik, emparyalist için sömürülmeye elverişli topraklar, sosyalist için transformasyona uğratılması gereken insani değerler olarak anlaşılabilir. Bunların hepsi İslam'a tarih ve zaman içinde bir yer yakıştırma hevesindedirler.Bu yer onların İslam'ı bir malzeme olarak (müsbet veya menfi) kullanmalarına elverişli görüyor.
Oysa İslami mücadeleyi bir farz olarak yüklenmiş olan müslüman, İslam'a tarihi ve coğrafi bir yer biçmiyor.
Kavimleri İslam'a bağlı, İslam'ı kavimlere bağlı olarak kavrayış birçok zihinde öylesine yerleşmiş ki bazı batılı yazarlar Türkiye'de ve Arap ülkelerindeki sosyalistler ve komünistler, burjuva düşünürlerini, batı ajanlığı yapan kümeleri bile "müslümanlar" olarak nitelemekten geri durmuyorlar.