Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Şemsülkamer

soru ve sorun
Okulun adı: Dünya Öğrencilerin adı: İnsan Soruların formatı: Sorun. Yani arada bir "N" harfi kadar bir fark var. Okul hayatı bitmeden "sorular", dünya okulu kapanmadan "sorunlar" bitmez.
Reklam
Ne çok şeye sahipsen terk etmen o denli zor olurdu.
Nefstir evlatlarım, nefsimizdir. Bize sahibin biz olduğumuzu fısıldayan da terk etmemeye zorlayan da nefsimizdir. Bilirim ki bunlar zordur. Bilirim ki terk etmek insana acı verir. Nefse zor gelir olanları bırakmak, var diye inandıklarını yok saymak çok zor gelir, bilirim. Lakin size bir haber vereyim Peygamber Efendimiz'den... Der ki; nefsine zor gelen hakkında hayırlı olandır. Ölçü budur evlatlarım. Bırakın yansın canlarınız, bırakın nefsiniz kıvransın, bırakın ki malınızla olan imtihanı kazanın. Kendinize zor geleni, yapacakken içinizden bir sesin size 'yapma' dediğini yapın ve bilin ki hayırlı olan işte odur
Bu dünya denen şeyi bizim vaktimizde yaşayanlar sadece ismiyle, cismiyle bilirler. Biz gaflet vaktinde doğan çocuklarız. Gafiliz yani. Dünyayı bizim için sanırız, hatta bizim sanırız. Oysa dünya dediğin her gelene 'seninim' diyen bir gönül çalana benzer. Sonra terk eder, bırakır onları. Dünya demek eski vakitlerde yaşayan insanların lügatinde sadece dünya demek değildir. Dünya nefs demek, dünya hırs demek, arzu demek dünya, kibir demek, şehvet demek, kin, nefret demek... Yani dünyada yaşamak değil de dünyadan kurtulmak gerek onların zihninde. Oysa bizim için dünya sahip olunacak bir yer. Eski vaktin insanları yaşamayı mecburiyet bilmişler, bizse dünyayı zaruret zannediyoruz. "Hayat denen sadece burasıdır" demiyoruz belki ama öyle yaşıyoruz.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Hak ilminde bu fani âlem bir ufacık damla ve bir küçücük sayfaymış ve insan bu ufacık sayfada ancak bir noktaymış. O nokta ki içinden binlerce derya binlerce âlem ve binlerce sır gizlidir, işte bu âlemde o deryanın içinde sadece bir damla imiş. Her kim ki bu sırrı anlayıp da insanlığın manasını bilirse insan odur yoksa insan cisminden görünen bu suretler ancak bir gölgedir. (Niyazi Mısri)
Aynaya bakmak, ne garip... Aynaya değil, kendimize bakıyoruz aslında ama hiçbirimiz, "Kendime baktım," demiyoruz. "Aynaya baktım," diyoruz. Sanki bize bizi gösteren her şey bizden daha önemliymiş gibi.
Reklam
Tam bu sırada ummadığı bir zorlukla karşılaştı: Emellerinin önünü ağabeyleri kesti: "Biz dönüyoruz," dediler. Aşiretin yarıdan fazlasını alıp döndüler. Ertuğrul da geriye kalanları aldı ve Söğüt ile Domaniç taraflarına yerleştirdi. Tarih geri dönen ağabeylerinden ve yanındakilerden hiçbir şekilde bahsetmiyor. Muhtemelen Moğol çapulcularının saldırısına uğrayıp şehit oldular. Ama Doğu Roma'nın Anadolu'daki en güçlü ayağı Bursa istikametine giden, Ertuğrul ve arkadaşlarından tüm dünya tarihi bahsediyor. Tarih, onları, Osmanlı Devleti'nin kurucuları olarak saygıyla selamlıyor. Ertuğrul Gazi'nin ağabeylerinin ufkunda devlet yoktu. Tüm ufukları çiftçilik ve hayvancılıkla sınırlıydı. Hayalsiz ve ütopyasız yaşıyor, "bahane" olarak da, her başarısız insan gibi, "şartlar"ı gösteriyorlardı: "Şartlar uygun değil." Ertuğrul Gazi şartlara sığınmadı, olumsuzluklara tıkanmadı. Aşiretini alıp Doğu Roma istikametine yöneldi.
%11 (30/256)
Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul'un Fethi
Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul'un FethiYavuz Bahadıroğlu
8.1/10 · 501 okunma
Lokantaya gelen her müşterinin önüne,aynı yemeği koymayız sanırım.
Lokantaya gelen her müşterinin önüne,aynı yemeği koymayız sanırım. Evet, lokantaya gelen her müşteri insandir, ama zevkleri ve tercihleri çok farklıdır. Kimi yemek çeşitlerine, kimi lokantanın temizliğine, kimi konforuna, kimi ise ilgiye odaklanır. Başarılı ve müşteri çeken lokantakar bütün bu hassasiyetlere önem veren lokantalardır. Masaya gelip oturan müşterinin önüne kendi hoşumuza giden yemeği değil, onun hoşuna giden yiyecekleri koyarız. Bunun için de karşısına geçer: "Buyurun efendim, nasıl yardımcı olabilirim, ne istemiştiniz?" diye sorarız. Bazen buna gerek bırakmayan müşteri, menü listesine bakarak da hemen tercihini yapabilir. Eşinizin zihinsel, duygusal, fiziksel menüsünde ne var bir bakın derim. Menüdeki yazılar çok karışık, okumakta zorlanıyorum diyorsanız, "Buyurun efendim, ne istemiştiniz?" diye sormaktan çekinmeyin...
Farkı fark etme konusunda eşinize fark atmalısınız.
odaklanmamız gereken şey, kuru ve anlamsız bir üstünlük davası değil; biri diğerini doğru anlama yarışı olmalıdır. Zira farklısınız. O farkı fark etmelisiniz. Farkı fark etme konusunda eşinize fark atmalısınız. - Erkek sonuca dikkatini yoğunlaştırırken, kadın sürece. - Erkek karnını doyurmaya hedeflerken, kadın sofranın düzenine ve süsüne. Dolayısı ile bir eş karşı tarafın ihtiyacını fark etmez veya dikkate almaz, sadece kendi ihtiyacınıza odaklanırsa, bu bencilce bir yaklaşım olur ve ilişkiyi zedeler.
muhtaç olduğunuz bir şeye karşı üstünlük dava edemezsiniz
İKİ EŞ; BİRİ KADIN, DİĞERİ ERKEK. İkisi de eştir, eşittir insan ve insanlık ortak paydasında. Ancak fizyonomileri gibi duyguları, beklentileri farklıdır. Onları bir araya getiren, birini diğerine muhtaç ve mecbur kılan da bu farklılıktır haddizatında. Evet, biri diğerinden üstün değildir, farklılıktan dolayı biri diğerine mecburdur, muhtaçtır. Siz muhtaç olduğunuz bir şeye karşı üstünlük dava edemezsiniz. Hukuk ile yaratılışı karıştırıyoruz zaman zaman. Hukuk açısından kadın erkek, amir, memur, fark etmez, herkes eşittir. Ama fitrat noktasında biri erkek diğeri kadındır. Burada ilk akla gelmesi gereken şey üstünlük değil, farklılıktır. Farklılık ise zenginliktir ve artı bir değerdir. Eğer kadın ve erkek farklı olmasa idi, evliliklerin ömrü beş günü geçmezdi. Benim gibi biri ile benim ne işim olabilir. Evlilikleri ayakta tutan en önemli unsur farklılıktır.
Reklam
Aile ortamını ısıtmak
Yanan ateşe odun atmazsanız söner zamanla Entropi Yasası gereğince. Ateş sönerken etraf da soğumaya başlar yavaş yavaş. Ortamın soğukluğu kişilerin içine doğru siner adım adım ve yüzlerde tebessüm, ümit, heyecan, coşku yok olur kendiliğinden. Atılması gereken küçük bir adımdır. Bir odun, sadece bir odun atmaktır, sönmek üzere olan ateşe Tebessüm eden bir yüz, ağızdan çıkan tatlı bir söz, samimi bakan bir çift gözdür beklenen... Bazen bir tebessüm, sevgi içerikli bir mesaj, tek bir gül çiçeği veya samimi olarak söylenmiş "Eline sağlık.", "İyi ki varsın!", "Seninle çok mutluyum, iyi ki seninle evlenmişim!", "Seninle olmak bana çok iyi geliyor!", "Kendimi yanında çok iyi hissediyorum!", "Çok iyi bir insansın." gibi tek bir cümle, bir odundan daha fazla kalpleri ısıtır, yeniden heyecanlandırır ve yaşam enerjisi olur eşler ve çocuklar için. Çok mu zor bunları söylemek, tebessüm etmek?
Işığın bittiği yere karanlık hakim olur.
Işığın bittiği yere karanlık hakim olur. Bakımı yapılmayan tarla dikenler tarafından işgal edilir. Böyle bir aile ortamı ise, kavganın, sürtüşmenin, tartışmanın kaçınılmaz olduğu bir zemin haline gelir, en sıradan sözler karşı tarafa diken olur batar. Bu kavgaların asıl nedenlerine inmez, zemini ve ortamı iyileştirmek yerine kavgaların görünen
Bir şey kendi hâline bırakılırsa
Bir şey kendi hâline bırakılırsa, hep aşağılara, negatiflere, eksilere, dağılmaya doğru gider. Buradan benim anladığım şey, kendi hâline bırakılan, ihmal edilen hiçbir şey, zaman içinde mükemmele, olgunluğa, pozitife doğru yürümez. Peki, "Yukarılara ve olumluya doğru gitmesi için ne yapılması gerekiyor?" diyorsanız, cevabı yine açıktır sanırım: Enerji ve kuvvet lazımdır. Suyun yukarı çıkması için bir dinamo icap eder. Motor çalışacak, enerji gücü ile su yukarılara doğru çıkarılacak. Elektrik kesildiği zaman da sular kesilir. Zira enerji takviyesi kesildi.
Önümüze bakmak
"Eğer siz önünüze bakıp doğru davranırsanız, başkasının yanlışları ve hataları size zarar vermez." (Maide, 105.) "Başkasının hatası size zarar vermez." diyor ayet, ama "bana zarar veriyor" diyorsanız, mutlaka bir kural ihlali var demektir. Ayet bir şart koyuyor, başkasının zararının bize dokunmayacağı konusunda
Zorlanıyorsan
Zorlanıyorsan biyerlerde yanlış yapıyorsun.
kişilikli ve karakterli insanlara karşı, içimizde bir saygı uyanır ister istemez. Saygının kalktığı yerde yılışıklık, umursamazlık başlar. Saygının, adap ve edebin olmadığı yerde anlayış, duyarlılık ve dolayısı ile çözüm beklemek beyhudedir. Ağızdan, makinalı tüfek gibi ölçüsüz çıkan her kelime, karşı taraf kadar bizim kişiliğimize de zarar vermektedir. Ağzımızdan midemize gönderdiğimiz her lokmayı çiğnediğimiz gibi, karşı tarafın zihin midesine, yine ağzımızdan çıkacak olan kelimeleri de düşünmeden göndermeyelim. Çiğnemek lokmaların, düşünmek ise kelimelerin sindirimini kolaylaştırır. Çiğnenmemiş lokma bize, düşünülmemiş kelime ise hem bize hem karşı tarafa zarar verir. Boğulmaktan kurtulmak için çırpınmak önemlidir, ama yeterli değildir tek başına. Nasıl çırpınacağınızı bilmezseniz, gelişigüzel çırpınmanız sadece ölümünüzü hızlandırır. Yüzmenin de bir tekniği, yöntemi vardır. Aynen öyle de sorun çözmek için konuşmak önemlidir, ama tek başına yeterli değildir. Kuralınca ve düşünülmeden yapılan konuşmalar, sorunları çözmek bir tarafa, daha da içinden çıkılmaz hale getirir. Özetle derim ki, ne konuşacağını düşündüğün kadar, nasıl konuşacağını da düşünmeyi unutmamaktır olgunluk.
Reklam
Tip fakültelerinde öğrencilere öğretilen ilk ilke, zarar vermemektir; daha sonra faydalı olmaktır. Gelen hasta bir sorunla geliyor. Yanlış yaparsanız sorun daha büyür ve elinizde kalır. İçinde bulunduğu sorundan kurtulmak için size gelen hasta, yanlış yaklaşımınızdan ötürü hayatını kaybedebilir ve bunun örnekleri de ne acıdır ki, az değildir. Aile içi, özellikle eşler arası her sorun, bir hastalık gibi algılanmalı ve bir doktor hassasiyeti ile çözülmelidir. Her sorunun çözümünde geçerli olan "zarar vermeme" kuralı, aile içi sorunların çözümü aşamasında çok daha önem arz etmektedir. Zira aile canlı bir organizma gibi bir bütündür, yapılan yanlış sadece karşı tarafa bakmaz, tüm aile kurumunu etkiler. Yaşanan her sorunun içinde bal da vardır zehir de tıpkı arılarda olduğu gibi. Bala talip olana bal makinesi, zehre talip olana zehir deposudur arı. Bir sinek olan arının zehirli iğnelerini açığa çıkarmak için çok dikkat ve maharete gerek yoktur. Bodoslama dalarsan arıların içine, yeterlidir. Ancak bal almak kolay değildir arının deposundan. Giyeceğiniz kıyafetten yürüyüşünüze kadar dikkatli olmak zorundasınız. Aile içi sorunlara bodoslama dalarsanız, günlerce huzurunuzu kaçıracak zehir; dikkat ve temkinle yaklaşırsanız huzur balını alırsınız.
Aynayı değil,kendini değiştir
EŞİNDE GÖRDÜĞÜN negatifler senin olabilir. Zira insan insanın aynasıdır. "Şu tarafını hiç sevmiyorum!" dediğiniz özelliğin, yüksek dozda sizde olduğunu biraz dikkat ederseniz görürsünüz. Aslında eşiniz size sizi gösteriyor. Aynadaki görüntünüzü değiştirmenin yolu aynayı değil, kendimizi değiştirmektir.
Bir şeyi almak için önce vermek evrensel ve fiziki bir kuraldır.
Adam etme yetkimiz yoktur.
Adam seçme hakkımız var, ama adam etme yetkimiz yok tur. Öyle ise evlenirken gözünüzü dört açın, evlendikten sonra birini kapatın veya ikisini de kısın.
Kendini bırak ve rahatla
Su rahmettir, hayattır. Ancak bir şartla; içine girdiğiniz suya güvenmek ve kendinizi onun kollarına bırakmak şartıyla. Az sonra sizi yumuşak elleri ile ovar, yıkar, kirlerinizi ve stresinizi alır. Bununla da yetinmez yüklerinizi, ağırlıklarınızı, ne kadar çok olsa bile gemiler gibi taşır ve sizi rahatlatır rahmet kaynağı olan su. Nitekim ayet-i kerimede kadın, "sakinleştiren, yumuşatan, rahatlatan" olarak geçer.
Reklam
%58 (93/160)
Mutlu Eşlerin El Kitabı
Mutlu Eşlerin El KitabıFerhat Aslan
8.7/10 · 95 okunma
160 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
11 günde okudu
Ezanla Diriliş
Ezanla DirilişHalit Ertuğrul
9/10 · 980 okunma
Şemsülkamer

Şemsülkamer

, 1000Kitap'a katıldı.