Sakarya hem adı duyulmadık, hatta konmadık bir ırmaktı, ama Sakarya hem de Ankara'nın içinden, evlerin, odaların ortasından akıyordu. Ve Türkiye.. akla gelmese de.. bütün göğüslere abanmıştı..
Felek, eğer; bugüne kadar ettiklerinin gösterdiği gibi, bu ulu milletten yüz çevirdiyse... O kadar kahpeyse, Ankara da düşecekse, Meclis'in kapısında üç, beş Rum itini gebertip şehit olabilmek için.
Sakarya'nın doğu kıyısına geçti, o pırıl pırıl "Yeni Türkiye" masal oldu ya, inlerine, kovuklarına, bataklıklarına dönüyorlardı: Bizans kalıntılarına dönüyorlardı.
Politika diye bir şey olduğunu çok iyi öğrenmiş, politikanın ürpertecek kadar iğrenç yanlarını da, yapıcı, yarar sağlayıcı kuvvetlerini de görebilmiş, öyle veya böyle olmasının karakterlere ve kafa yeteneklerine bağlı bulunduğunu anlamıştı.
Ankara'da ülküler de kaç nefeslik olduklarını kimsenin bilemeyeceği canlar gibi veya kuru canlar da ülküler kadar uçurumun kıyısındadır ve tutkuların en soyluları da, en tiksindiricileri ile birlikte can pazarına düşmüştür.
Gözlerinin etrafındaki esmer daire yanaklarına kadar genişlemişti; ağzında olgun, sulu, serin ve taze bir meyvenin cazibesi vardı. Kızıla bakan saçları, başörtüsünün altından bir alev gibi fışkırıyordu; yeşil gözleri insana ta derinden ve bir pars bakışıyle bakıyordu.