Yarın da her zamanki gibi bir gün olacak. Mutluluk hiçbir zaman gelmeyecek. Bunun farkındayım. Ama elbet gelecek, yarın gelecek diye inanıp uyumak en iyisi.
Kendilerini bizim yerimize koysalar, tüm o acıları çekerken dayanabildiğimiz yere kadar dayanıp, biri faydalı bir şey söyler diye dikkat kesildiğimizde, karşılığında hep aynı yavan tavsiyelerin, teskin edici sözlerin tekrarlandığını, nasıl utanç içinde yüzüstü bırakıldığımızı görecekler. Sadece bugünü düşündüğümüz sanılmasın. Uzaklardaki dağları parmakla gösterip, '' Oraya çık da bir bak, her şey daha net örünecek,'' dediklerinde eminiz doğru söylüyorlar, bundan şüphemiz yok ama bu korkunç karın ağrısına rağmen, ağrıyı görmezden gelenlerin, ''Hadi, hadi, az kaldı, şu dağın tepesine çık tamam''dan başka bir sözlerini işitmiyoruz.
Ama asıl istediğim aranmak, bulunmak, neden böyle bir şey yaptığımın, neden yalnız kalmak istediğimin sorulmasıydı. Kalabalık, bana yakın bir kalabalık bulabilmek umuduyla, uzak kalabalıklardan ıssızlıklara kaçardım.
İnsanın içine girdiği her bütünün sonsuzluk taşıdığını; bu bütünün için de başka bir bütün bulunursa, bunun da bir sonsuzluk içerdiğini; insanın açıklayamadığı zaman sonsuz kavramına geldiğini - yani sonsuzu hissetmenin en büyük zayıflıklardan biri olduğunu, sonradan öğrendim. Siz de şimdi öğreniyorsunuz.
Bizim çektiğimiz acıyı gerçekte kimse bilmiyor. Bir gün büyüyüp de geriye dönüp baktığımızda tüm bu acı ve kederlerin ne kadar saçma olduğunu hayal meyal hatırlayacağız belki de. Fakat tam bir yetişkin oluncaya dek geçecek olan bu uzun ve korkunç süreyi nasıl geçirmeliyiz ki? Kimse bunu öğretmiyor. Kendi haline bırakılması gereken kızamık gibi bir şey mi bu acaba? Ama kızamıktan ölenler, gözlerini kaybedenler de var. Kendi haline bırakmak olmaz.
Annemin hislerine ne denli itinayla yaklaşıp derdini dinlemeye talip olsam da babam gibi olmuyorum işte. Karıkoca arasındaki sevgi bu dünya üzerindeki en güçlü şey. Kan bağından bile daha değerli hatta.
Akşam üzeri eve döndüğümde hep beraber akşam yemeğine oturulurdu. Ne kadar güzeldi. Kendi içime bakmak, gereksiz tartışmalara girmek zorunda değildim- sırnaşmak yetiyordu. Nasıl da büyük bir ayrıcalıkmış aslında. Hiç umrumda değildi o zaman. Ne endişeler ne üzüntüler ne de acılar vardı.