Bu kimin duruşu, bu sizin en gülmediğiniz saatlerde
Her cümlede iki tek göz, bu kimin
Ya da kim korkuttu bu kadar sizi
Bu nasıl sevişmek, üstelik bu kadar hızlı
Ya da tam tersine
Boş vermek öperken, severken boş vermek sevmelere
Sulardan ürpermek gibi dokununca
Ya da ben kimi sarmışım böyle kollarımla
Kime söz vermişim, biraz da unutmak gibi
Denir mi, ama hiç denir mi iş edinmişim ben
İş edinmişim öyle kimsesizliği
Kendimi saymazsam — hem niye sayacakmışım kendimi
Çünkü herkese bağlı, çünkü bir yığın ölüden gelen kendimi
Konuşmak? konuşuyorum; alışmak? evet alışıyorum da
Süresiz, dıştan ve yaşamsız resimler gibi.
Bazen duygular bize değilde biz duygulara aitmişiz gibi geliyor.
Belki de ancak duygularımıza dikkat ederek, Constable’ın bulutlara yapmaya çalıştığı gibi, onları yakalamaya çalışarak kendimizi gerçekten anlayabiliriz.
Önümden temiz pak giyinmiş bir kızla,
kıl pranga kızıl çengi bir delikanlı geçiyor.
Ellinde küçük bir kesekâğıdı var.
Şamfıstığı yiyorlar. Ekmek yiyin be, ekmek!
Şamfıstığının sırası mı şimdi?
Hücrelerinin küflü duvarlarına baka baka en sonunda sevdiği imgeler görmeye başlayan tutsak gibi, Plinius da gökte Ayı’yı, Boğa’yı, Perseus’u, Kuzey Tacı’nı ve Benedike’nin Saçı’nı görür;
Ormancı evinin oradaki yaşlı çamlarda kuluçkaya yatan ardıç kuşları da çok cesurdur. Bir karga çıkageldiğinde, ezeli düşmanlarının yavrularını kapıp götürmesini öylece durup izlemezler.