Tanrı’nın kutsallığı, belkide amacına ulaş(a)mayan hayat gayemizin, kendimizden başka bulduğumuz bahanesidir.
Jude, sıradan insanın varoluşunda hayatta kendine yer edinmeye çalışan bir figürdür. İnsan en nihayetinde “var” olmaktan ziyade yaşamak ister. Kendine çizdiği yolda, adına kimilerimizin alın yazısı kimilerimizin ise kader (keder) dediği arabeskvari yitik bir yaşam portresidir Jude ‘un kısacık ömrü.
Kitabın manifesto mu? “Tanrı’yı güldürmek istiyorsan ona planlarından bahset.”
Metnin en lezzetli kısmı, sanırım yazar Thomas Hardy’nin yarattığı derinlikli karakterleriydi. Adeta Dostoyevski’nin “insancıklarına” kafa tutan giriftli ve perspektifli karakter analizleri kimi yerlerde insanı, yaşanmış olayların ya da yaşamış insanların günlüğünü okuyormuş hissine kaptırıyor. Hobbes’un da dediği gibi insan insanın kurduysa viktoria ingilteresinde geçen bu metin, kelimenin tam anlamıyla yaşadığı döneme meydan okuyan çok güçlü ve bir o kadar da ‘kederli’ bir roman. Anglo-Sakson kilisesinin gölgesinde katolik bir güruh içinde protestan bir kadın, evlilik dışı çocuklar,Küçük hesapların küçük insanları, bir çok evlilikten daha gerçekçi toplumca tabu sayılan yasaklı bir aşk…Tüm yaşananlara rağmen saflığıyla var olmaya çalışan Adsız Sansız Bir Jude…
aslında hepimizin içinde yeşerttiği insan olabilme gayesini, yine başkasının (ötekinin) eliyle kuruttuğu ve damağınızda acı bir tat bırakan çok dokunaklı ve gerçekçi bir samimiyetle yazılmış güçlü bir kitap.