Ah keşke her yıl birkaç kişi de olsa öğretmen, doktor, avukat olarak köylerine, kasabalarına, küçük şehirlerine dönse. Halkla bütünleşip konuşma fırsatları olsa da mütevazi yaşantılarıyla başarı hikayelerini anlatsalar.
Zihni olarak belli bir erginliğe ve isteğe erişmemize rağmen şayet ahlâkî açıdan entelektüel benliğimize hakim olamazsak tam anlamıyla kendimize hâkim olmamız da mümkün olmayacaktır.
Tüm hareketler ve cesurca girişimler birbirinden farklı iki şekilde gelişir. Bir iş ya ani, keskin, büyük bir enerji sarf edilerek ya da uzun soluklu, azimkar, sürekli, sabırlı, sebatkâr biçimde halledilir.
Enes (Allah Ondan razı olsun)'dan bildirildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) devesine bindirdiği Muaz'a bir yolculukta üç sefer: Ya Muaz diye seslendi. O da her defasında: Buyur emret ey Allah'ın Rasulü! diye cevap vermişti.
Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem):
" Kim Allah'tan başka gerçek ilah olmadığına ve Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)'in Allah'ın kulu ve peygamberi olduğuna samimi olarak şehadet ederse Allah ona cehennemi haram eder", buyurmuştur. Muaz:
-Bu müjdeyi müslümanlara haber vereyim de sevinsinler mi? Ey Allah'ın Rasulü! diye izin istemiş. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)'de
-Belki onlar buna güvenirler ve yararlı işler yapmaz olurlar, buyurmuştur. Muaz böyle bir bilgiyi gizlemiş olmak günahından kurtulmak için ölürken haber vermiştir. (Buhari, İlim 49, Müslim, İman 53)
Ebu Said el Hudrî (Allah Ondan razı olsun)'dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
"Nasıl rahat ve konfor içinde yaşayabilirim. Sur sahibi sura ağzını dayamış üflemek için izin bekliyor." Bu haber Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)'in ashabına ağır geldi. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem): "Hasbünallahu veni'mel vekil = Allah bize yeter o ne güzel vekildir. Deyiniz", buyurdu. (Tirmizi , Kıyamet 8)
O nur-u tevhid ile hutun karnını bir tahte'l-bahir gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağvari emvac dehşeti içinde; denizi, o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahra, bir meydan-ı cevelan ve tenezzühgâhı olarak o nur ile sema yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lamba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlukat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Tâ sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn altında o lütf-u Rabbanîyi müşahede etti.
İşte Hazret-i Yunus aleyhisselâmın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz, istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor, onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim heva-yı nefsimiz, hutumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hut, onun hutundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hutu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hutumuz ise yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.
Leyla odur, iffet gülün soldurmaz,
Mecnun o ki, Leyla sırrın sızdırmaz...
Yanlış anlama sakın, ne sen Leyla'sın, ne de ben yanılgılarının rüzgarına kapılıp çöllere düşen Mecnun.