Bugün şunu söyleyebiliriz ki hiçbir şey, insanoğlunu siyasi yollarla yoksulluktan kurtarma çabasından daha köhnemiş, daha beyhude ve daha tehlikeli olamaz.
Psikolojik bağlamda düşünürsek, riyakârın çok tutkulu olduğu söylenebilir; başkalarının önünde erdemli görünmekle yetinmez, ayrıca kendini de buna inandırmak ister.
Herhangi başka bir yerden daha çok siyasette, gerçek (being) ile görünüşü (appearance) birbirinden ayırmamızın ihtimali yoktur. İnsani meseleler alanında gerçek ve görünüş, esasen bir ve aynı şeydir.
Şu da ilginçtir ki, "insan" (man) ile eş anlamlı olan Latince homo sözcüğü, köken olarak, insandan başka bir şey olmayanı, dolayısıyla da hakları olmayan kişiyi, köleyi imliyordu.
Bizim anladığımız şekliyle eşitlik fikri, yani doğum olgusunun tabiatı gereği herkesin eşit doğduğu ve eşitliğin doğumla kazanılan bir hak (birthright) olduğu fikri, modern çağ öncesinde hiç bilinmeyen bir şeydi.
Devrimden bahsedebilmemiz için, değişimin yeni bir başlangıç şeklinde ortaya çıkması; şiddetin tümüyle farklı bir yönetim biçimini kurmak için, yani yeni bir siyasi yapı oluşturabilmek için kullanılıyor olması; baskıdan kurtulma girişiminin de en azından özgürlük kurmayı hedeflemiş olması gerekir.