Ahsen O

Sana tek söyleyeceği; Balıklar gibi yapıp suyun seni taşımasına izin vermekmiş, olan her şeyi kabullenip kendini bırakırsan her şey senin için daha kolay olacakmış…
Reklam
Deniz benim “Gitseydim ne olurdu?” sorumun cevabıydı. Bense onun “Kalsaydım nasıl olurdu?” sorusunun cevabıydım. Onun eşyalarını taşıyan kamyonetin apartmanın önünden ayrıldığı ana kadar çok uzun zamandır kol kola devam eden hikâyemiz, biz farkında olmadan diğerimizin hayatında paralel olarak devam etti. Benim birazım onunla o kamyonete binip gitti. Onun birazı benimle Beşiktaş’taki evde kaldı.
Her mektupta ikimiz de anladık ki aramıza giren mesafe, farkında olmadan eskisinden de yakın yaptı bizi. Bu bir ayrılık değildi belki de o yüzden. Ayrılığın tam tersiydi. Uzak düşünce yan yanayken girmediğimiz, ıskaladığımız, gündelik telaşların arasında kaybolup giden konular açılmaya başladı. Ben kâğıda İstanbul’daki hayatımı ama aslında farkında olmadan en çok kendimi anlatmaya başladım. Her mektup daha da zorladı kilitlerimizi. Tavan arasında saklanan, bizim geride bıraktığımızı sandığımız hayaletlerimizi hortlattı.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Bir vapur yolculuğuna bir hayat sığdırmışlardı durduk yere. Bir sahlep içimi zamanda bir ömrün en nadide duraklarına uğramış, beni de yanlarında götürmüşlerdi. Vapur iskeleye yanaşınca kendi yoluma gidecek, bir daha görmeyecektim onları. Bir şey yaşanmıştı orada, karşımda. Denizin ortasında. Geldiğimiz ve gideceğimiz yerden uzakta. Galiba bir tek ben görmüştüm. Rüzgârın, yağmurun, ısınan ve sonra soğuyan havanın, yani hayatın binlerce yılda insan gözünün görmeyeceği bir güçle, yavaş yavaş iteklediği dev bir kayanın, en sonunda bir gün aşağı yuvarlanışına denk gelmiştim.
Kız Kardeşim Handan
Kendimi bayır aşağı bırakmadan, her seferinde sırtımı yaslayıp soluklandığım kayayı buldum. Arazinin deniz kıyısına doğru eğiminin başladığı yerdeydi tam. Toprağa oturup sırtımı ona yasladım, yüzümü denize döndüm. Güneş yüzünü göstermiş, mordan turuncuya uzanan ışınlarıyla ufuk çizgisinin üzerine tırmanıyordu. Burası benim ilk denizimdi. Yıllar içinde başka başka sulara, başka kıyılardan bakmış, başka kayalara yaslamıştım sırtımı. Şimdi ona geri dönmüştüm. Hiçbir şey yüreğimi burası kadar doldurmamıştı.
Sayfa 161Kitabı okudu
Reklam
Kalanlar
Bu, büyük bir şeydi. Ama arkadaştan, kardeşten, çocuktan fazlasıydı o vakti zamanında inci gibi dizilmiş evleri bozup bozup, o uçaklara binip binip gidenler. Hemen değil ama zamanla anlıyordun ki, bir hayattı kaybettiğin, kendi hayatına bitişik bir hayat, bir komşu yaşam öyküsü. O gidince hayatlarınızın yabani bitkiler gibi yıllarca birbirine doğru büyüyüp iç içe geçtiği yeri, bu müşterek alandaki şahsi hikâyeni, yani onun yanındaki seni de kaybediyordun. Karşılıklı oturduğunuz masaları kaybediyordun mesela. Sadece ona anlatacağın şeyleri kaybediyordun. Onu bir sabah kahvaltıya çağırma ihtimalini. Ondan ödünç alacağın ve vermeyi unutup unutup sonunda el mecbur senin ilan edilen giysileri. Günlerdir içini kemiren bir meseleyi gecenin bir vakti kapısını çalıp anlatma şansını ve onun verdiği akılla belli bir yönde alacağın kararları. Yüz yıldır tanıdığın birine iç rahatlığıyla şımarma, kızma, surat asma, bozuk çalma, onunla kavga etme hakkını. Birinin sen leb demeden leblebi diyecek olmasını kaybediyordun.
“Seni de mi uyku tutmadı?” diye soruyor bu defa. “Bir kuşa uyandım.” “Çok şair bir sabahmış meğer.” “Öyleymiş,” diyorum, gülüşüyoruz. Ona soru sormamı bekliyor.
Sayfa 135Kitabı okudu
O tuhaf, efsunlu gün bir kitabın arasında kurutulmuş bir yaprak gibi duruyor havsalamda.
Sayfa 134Kitabı okudu
Eski bir gölün dibinde çamurlu sular fokurduyor; derinde bir yerde tarihî baloncuklar şişip şişip sönüyordu şimdi. Yıllar geçmişti aradan. Kalbi soğumuş olmalıydı çoktan. Ama üzerine bir daha sevmeyince insan, kalbinin bir yeri tutunup kalıyordu o eski sevgilerin içinde. Artık acıtmıyor ama yine de izi muhakkak duruyordu.
Eve dönüldüğünde günün muhasebesi, kendini hayatın muhasebesine bırakır. Oda küçülür, bir nefes olur. Az önceki yollar buhar, kırmızı ışıklar yeşil, diller ateş olur. Dünya büyür, bilinmez olur… Hepsi kadehe birikir, bir sürü hayal olur. Bazen ayılınır, şaka olur. Bodrum, Ankara bir olur. İnanamazsın bazenleri hayat güzel olur.
Reklam
Dünya öylece geçip gittiğimiz bir yer değil artık, çok üzgünüm. Al bu gönül yarası, hazan sarısı, zaman ağrısı sende kalsın, ben taşıyamadım. Onca yıldan sonra, unutmamak için her seferinde başa sardığım, her gece sessizce gelip yanıma kıvrılan bütün bu anılardan, ağzımın içinde sessizce dolaşan kelimelerden başka hiçbir şeyim yok belki de. Geceyle avuttuğum! Adındaki noktayı düşürdüğüm! Seni dünya üzerinde tek başına yankılanan boş bir ev gibi bırakıp gittiğimi unutmadım.
Sana kendi ellerimle böğürtlen topladığım, kulaklarına kirazlardan küpe, saçlarına papatyalardan taç yaptığım, avuçlarına kaya kınası yaktığım, solgun yanaklarına gelincik yaprakları sürdüğüm günlerin hatırasını çok sevinçli, çok mutlu, çok huzurlu bir anında hafızanın derinliklerinden çıkarıp avuçlarına bir kor ateş gibi bırakıp gittiğim o rüya için üzgünüm.
Yutkuna yutkuna geçti cümleler içimden.. sesim ulaşmadıysa beni affet
Ne kadar az konuşsak, birbirimize sonradan yük olacak ne kadar az anı bıraksak o kadar iyiydi. İnsan sonradan taşımakta zorlanacağı, bir anıya dönüşecek sözleri belki de hiçbir zaman sarf etmemeliydi. Ben de öyle yaptım. İçimden başka, ağzımdan başka kelimeler çıktı.
Yıllardır hep içimden konuşmuştum Aylın’la. Aklıma bir şey geldiğinde, bir film izlediğimde, yolum denize kıyısı olan bir şehre düştüğünde, bir müvekkilimin anlattığı bir hikâyeye odaklandığımda ya da onun çok sevdiği bir nesneyle karşılaştığımda birden içimden Aylın’la konuşmaya başladığımı fark ediyordum. Yılların tıpkı eski filmlerdeki takvim sahneleri gibi arka arkaya devrildiğini hissedip henüz çok gençken yolları bir şekilde kesişen ve taraflardan birinin günün birinde bavulunu alıp hiçbir şey demeden yollara düştüğü iki eski âşık oluyorduk yeniden.
Reklam
Renkli sebzelere de fırsat tanıyın. Çünkü her farklı renk, farklı bir antioksidan güç anlamına geliyor.
Buruş buruş oldum bu aşkın sonunda! Kimse yüzüme bakmaz oldu. Garip gidiyorum. Heves, Heves Ali kursağımda kaldın
Ben ki onun iki gözüyüm, o bensiz nasıl ağlayabildi? Mevlana
Seansların bittiği gün son cümleler olarak şunlar döküldü içimden: “Dinlenmekten korkmayın. Durmak ölmek değildir. Yavaşlamaya izin verin ve bu dönemlerde bir yandan da güç toplayın. Çünkü hayat bizden daha büyük. Daha fazla bilgiye sahip. Hem eğlence ve canlılık da pek çok yerde saklıdır, sadece sorunlarda değil. Üstelik sizi hangi fırtınaların beklediğini de bilemezsiniz. Pek yakında da olabilir. Olaylar aksın gitsin yanınızdan. Düşlerinizin üzerine sımsıkı yerleşirseniz düşmeden durabilirsiniz. Siz birbirinizde gördüğünüz özü saklı tutun.” Bu cümleleri her zamanki gibi kendime de söylediğimi fark ettim.
Biz ikimiz aynı anda okuduğumuz kitapların kahramanlarından ortak arkadaşlarımız gibi söz ederdik de kimsecikler anlamazdı kimlerden bahsettiğimizi. Bir kitaptan alıntı yapacak olsam Leyla o satırı benimle tamamlar, o anda aklıma o satırı getiren şeyin ne olduğunu şıp diye bilir, yüzüme gülerdi.
Sayfa 114Kitabı okudu
Ona göre içtim ben de. Kederin yanında sevinç yanana kadar, gerçekle hayal birbirine karışana kadar. Bu işleri bilenler İstanbul’dan Amerika’ya uçtuğum o son sabah havalanında da hayal gördüğümü, polisin aradığı Leyla’nın elini kolunu sallayarak yurtdışına çıkamayacağını söylediler. Başımı salladım . Hıhı, dedim. Çünkü onlar, Moğollu Mariya’nın bile kilitli kapılarını açıp bağrına bastığı ballı Leyla’yı tanımıyorlardı. Hakikatle hayal arasındaki farkı nereden bileceklerdi?
Sayfa 115Kitabı okudu
Reklam
Hepimiz hepimizin hayatında bir duraktık… Gönlünüze uğramakla, gönlüme uğramanızla bahtiyarım
Ayrılık acısından ölmüyordu insan ama, yaşayamıyordu da…