Bir annenin ellerinde öperim seni,
Bir çocuğun gülüşünde severim.
Bir kuşun kanadında uçarım sana, düşlerimde konarım göğsünün yamacına.
Bir çiçekte koklarım seni
Bir kedide okşarım
Bir bardak çayda ararım sıcaklığını,
Bir fincan kahvede tadarım acını şekersiz içerim.
Bir rüzgara söylerim şarkılarımı uçurur sana,
Bir suya kanarım kandırır sana.
Gözlerim açıkken yoksun,
kapadım mı işte ordasın...
Birçok kişi günlerce, aylarca ve senelerce hayali kahramanlarla dolu romanları okuyarak kendilerini kandırıyor ve bir şey yaptıklarını düşünüyorlardı. Ülkedeyse kültüre hizmet edecek insanlar yoktu. Milletin zekâsı uyuyordu; cahillik, kabalık ve fakirlik artıyor; devletin gücü zayıflıyor; manen, fikren ve iktisaden ülke iflasa doğru gidiyordu. Ülkenin aydın ve okuryazarlarıysa halkı eğitip aydınlatmak yerine hayali kahramanların olduğu kitapları okuyarak vakit geçiriyorlardı.”
Görünüşte en medeni olan milletler bile henüz barış içerisinde yaşayacak medeniyet seviyesine ulaşamadılar. İlk insandan beri devam eden kin ve vahşet, azgın deniz suları nasıl alçak yerlere hücum ediyorsa aynı onun gibi insanlar arasında savaş çıkarıyor..nasıl su baskısına karşı duvarlar örüyorsak, ülkemizi korumak için de duvarlara ihtiyaç duyarız. İşte ordu da ülkelerini korumak için vücutlarını siper eden kahramanlardan oluşan bir duvar gibidir. Bu duvar sayesinde vatandaşlar rahat ve kendilerini güvende hissederek yaşamlarını sürdürürler.
Ordu fedakar bir tarikata benzer. Biz asker olmadığımız için vatanlarını ve bizleri koruyan bu canlı Duvara; bu duvardaki her bir kum tanesinin bir insan olmasına ve bizler için ölmeye hazır olmalarına rağmen ne yeterince saygı duyuyoruz ne de fazlaca önemsiyoruz.
Halkımız ağır ve tehlikeli bir manevi hastalığa yakalanmıştır. Din, insanların diğer insanlarla, dünyayla ve onun nimetleriyle bağlantıda olduğu duygusudur. Eğer böyle bir bağlantı olmazsa ne devlet, ne toplum, ne aile, ne de insanlık ayakta kalamaz çöker. Bu da devletin varlığına, yaşamasına karşı çok ciddi bir tehdittir. Dine karşı ilgisizlik halk için çok tehlikeli bir hastalığa dönüşebilir. Ciddiyetten uzak gençlik ve akılsız liberal Aydınlar, dinsizliğin özgür düşüncesinin yansıması olduğunu söylüyorlar ve büyük bir hata yapıyorlar. Aslında dinsizlik manevi fakirlik ve hastalıklı bir ruh halinin belirtisi ve halkın sahip olduğu manevi değerlerin yok olmasıdır. Bunun sonucunda insanlar hayvani duyguların esiri olur maneviyat kaybı, ahlaksızlık, egoizm, hırsızlık ve duygusal çöküntü başlar.
Bu insanları yetiştirmek, terbiye etmek ve uygar ulusların arasına sokmak sizin vazifenizdir. Unutmayın ki bu halk cahil, kaba, içkiye düşkünse; hastalık ve yoksulluk varsa bunların hepsi sizin kendi ayıbınız ve kabahatinizdir; tüm bunların suçlusu siz aydınlardır.
Aydın olmak, modaya uygun giyinmek değildir. Aydınlar toplumun beyni sayılırlar. Toplum, sizi iyi bir eğitim gördükten sonra yüksek bir maaş alıp, akşamları salonlarda iskambil veya domino
Masasının başına geçip eğlenin diye okutmamıştır. Böyle Aydınlar, gerçek Aydınlar değil; aydınların küflenmişidir. Aydınların görevi toplumun zekasını, vicdanını irade ve enerjisini uyandırmak ve harekete geçirmektir. Köylülere, işçilere ve toplumun alt tabakalarına nasıl daha iyi yaşayabileceklerini ve bunun için neler yapmaları gerektiğini öğretmelisiniz.