Allahım, günleri bir rahmet yorganı gibi üstümüze sar ve içimizi ısıt yarabbi
Allahım, sıkıntılarla ağırlaşan uzun gecelerimizi hafiflet ve tünelin ucunda ışıyan güneş gibi ferah sabahlara
bağla yarabbi.
Allahım, havaya savrulan kuru bir yaprak gibi titreyen biçare kullarının ellerini bırakma yarabbi.
Allahım, gönüllerimizi işgal eden buzdağlarını erit, hayatın renklerinden bir gökkuşağı iklimi ile donat günlerimizi yarabbi.
Allahım, umarsız bekleyişlerle sıkıntı duvarları ören yalnız kullarına, bir kardelen heyecanıyla filizlenen umutlar ver yarabbi.
Allahım, sabır kalelerimizi sağlamlaştır, dünyanın oklarından bunalan göğüslerimizi tevekkül zırhıyla zırhlandır yarabbi.
Allahım, yaşayışımızı bir dua cümlesini dizer gibi kurmamıza yardım et yarabbi.
Allahım, ümit kesilmeyecek merhametinle bizi, hayatımızı, dünyamızı temizle yarabbi.
Yeni bir vakte ererken,
İstasyonda treni beklerken;
Ben bir kara bulut gibiydim
Sen yağmur gibi.
Sen trenden inecek olana ayarlıydın
Ben alıp başımı gitmek için oradaydım.
/..araya bir kar koymuşsun
bizi bir süre unutmuşsun
hiç olmamışız gibi
yatak ve yorganın kuru yalnızlığında
ve aklın dar yalnızlığında
şehrin ve herşeyin
ve kalabalığın yorgunluğunda
saçların ve parmakların
ve gözlerin ve gecenin bu bulanık çağında
ve aynaların sığ görünümünde
bunalıyorum.
Asla dinginleşebileceğimiz bir durağa, kendimize dönebileceğimiz bir konağa varamıyoruz.
Aksine toplumsal olana ulaştıkça, kendimizden uzaklaşmak zorunda kalıyoruz.
Ömrümüzün sonunda kendimize söylenmiş tek bir cümlemiz olmadan bu yorucu yolculuğu tamamlıyoruz.
Yaşanan herşeyi ömür terazisinin bir kefesine koyduğumuzda, konuşulmayan o tek bir cümlenin dengesine ulaşamadığımızı hayretle görüyoruz.
Yenildiğimizi anladığımızda artık çok geç oluyor.
Zamanın geri dönülmezliği yenilginin rengini koyulaştırdıkça; söylenmemiş başka cümlelerimizin, konuşulmamış başka duygularımızın da olduğunu kahrolarak görüyoruz. Çok gecikmiş olarak 'başka nasıl olabileceğini' düşünmeye sıra geldiğinde, zamanımızı tüketmiş, hakkımızı
doldurmuş oluyoruz.
Çünkü günümüzün dünyasında insan, sosyal bir varlık ya da daha karamsar bir deyişle sosyal bir unsur olmak dışında bir anlama gelmiyor.
Size, toplumsal olana maddi katkınız ölçüsünde bir değer ve yer biçiliyor.
Görünenin dışındaki varlığınız kimseyi ilgilendirmiyor.
Zihni ya da kalbi üretiminiz, kariyer denen tek boyutlu cetveldeki puanınızı yükseltmiyor.
Kafanızda çileleşen bir düşünce, avucunuza düşen bir hikmet pırıltısı, biyografiniz içinde bir yer tutmuyor.
Çünkü dünyanın, mevcudu kemikleştirici dayatmalar ve maddi olana motive eden ilkeler dışında bir soyut alana, içinizi gezdirmeye çıkarabileceğiniz bir soyut ülkeye tahammülü yok.