hatırlamak dışında ne yapacak ne de inanacak bir şey kalmadığında, yürümek; bütün umutlardan ırak ve beklentilerle zehirlenmemiş mevcudiyetin o mutlak yalınlığına dönebilmeyi sağlar.
"kitabevleri iyi insanları çekiyor sanki...ve kitapları seven insanlarla kitaplar hakkında sohbet etmeti seviyorum. kağıtları seviyorum. verdikleri hissi seviyorum, arka cebimde bir kitap taşıma duygusunu seviyorum. yepyeni bir kitabın kokusunu da seviyorum."
"biriktirdiğimiz, edindiğimiz, okuduğumuz şeyler değiliz. bizler, burada bulunduğumuz sürece yalnızca sevgiyiz. sevdiğimiz şeyleriz. sevdiğimiz insanlarız ve bunlar, bence bir tek bunlar hayatta kalıyor."
"seni seviyorum," dedi amelia kabullenmiş bir ifadeyle omuz silkerek. "bundan daha zekice bir şeyler söyleyerek ayrılmak isterdim senden ama bütün bildiğim bu."
nora bir kara delik olmadığına karar verdi. aslında volkandı. volkanlar gibi o da kendinden kaçamazdı. olduğu yerde kalıp çorak toprakları zenginleştirmek zorundaydı.
içinde bir orman büyütebilirdi.
acı, umutsuzlık, hüzün, hayal kırıklıkları, zorluklar, yalnızlık, depresyon hayatımdan bir anda mucize eseri çıkacaklar mı?
hayır.
peki yaşamayı istiyor muyum?
evet. evet.
binlerce kez evet.
"benim burada ne işim var?" diye düşündüğünüz oldu mu hiç? bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de her dönemeci kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz? üstelik dışarı çıkmanızı sağlayacak birçok yol olduğunu da biliyorsunuz çünkü labirentten çıkmayı başarmış, dışarıda gülüşüp oynayan insanların seslerini duyuyorsunuz. çalı çitlerin arasından arada bir görüyorsunuz onları. yaprakların arasından gelip geçen şekiller hâlinde. öyle mutlu görünüyorlar ki onlara değil bu işi onlar gibi yapamadığınız için kendinize kızgınsınız. oldu mu hiç?