her şeyin yer değiştirebildiğini ve insanın içi ile dışı arasında kırılmak üzere olan yayı görebildiğimiz an büyük bir dehşet duyabilirdik ancak ya da büyük bir rahatlama.
Dehşetle anlıyorum ki kağıtların üzerinde kendimize, gerçek dünyada hep bulmayı ümit ettiğimiz ama hiçbir zaman bulamayıp hayal kırıklığına uğradığımız unsurlara ayrılabilir, basit, yapıntı, taklit bir dünya kuruvermişiz.
...Defter dediğime bakma, eski bir ajandaya yazıyor. İnsanı şaşırtan, zamanı geçmiş takvimler. Artık var olmayan bir şubat ayının kayıp bir perşembesi başlıyor not almaya, akşama kadar salı gününe geliyor.
Sen şimdi o kimsenin bozamayacağı bencil konforunun kuştüyü yalnızlığında, hiçbir zaman anlayamadığım rahatlığınla kaşlarını kaldırmış, ilgisiz bir merhametle bu satırları okuyorsun.
Ama gelmiyor. Gelmeyecek de. Bunu bilirsiniz. Hisseder insan. Bazı şeylerin olmayacağını hisseder. Görmezden gelinen bazı şeylerin olmayacağını hisseder. Görmezden gelinen bazı şeylerin iç bulandıran birikimidir bu his.
Dördüncü katın balkonunda oturmuş yıldızlara bakıyorsun. İnsanlar bulutsuz yaz gecelerinde yıldızlara bakıp neler düşünürse sen de öyle şeyler düşünüyorsun.