Çocukluğumda ‘anneanne’ ya da ‘dede’ olmuş birini gördüğümde-ki bu söylediğim 10 yaşımdan öncedir- çocukça büyük bir merakla sorardım;
BANA HAYATINI ANLATSANA
Neredeyse üç çeyrek asır yaşayan birinin hayatını, üç çeyrek saatte anlatmasını beklemek çocukça bir meraktı.
Onları dinlerken o yılın sokağına, evine, pastanesine, okul koridoruna, karakoluna, piknik alanlarına, apartman boşluklarına, girilmeyen misafir odalarına giriyordum zamanda düşsel bir yolculuk yaparak…
Hayatımda tanıma fırsatı erişemediğim için pişmanlık duyduğum insanlar listesine bir kişi daha ekledim bu kitabı okurken.
Kitabı okurken, sanki Mina Hoca’nın evine konuk oluyor, eski işlemeli ahşap koltuğun bir tarafına oturup onu dinliyorum. O da anılarının arasına didaktik anektodlar sokarak, kimi zaman konulardan çağrışan anılarını bahsi geçen yere bağlayarak anlatıyor.