birkaç yudum içebildiğin kahveni yudum yudum içtim, sen gidince — ama bitirmedim, bıraktım biraz. sonra, yürüdüm. anlamsız cadde boyunca. öylesine. amaçsız. biryerlere girdim. oturdum birsüre. sonra, dışarıdan ışığın geldiğini gördüm. kalktım, çıktım, yürüdüm.
tatlı huzur ışığımızın yanından geçerken, saatimizdi.
geldim. gürültüler vardı — oysa tamamiyle sessiz olmalıydı. değildi. ama bomboştu — gürültü aralarından işitiliyordu boşluk.
kafam gibi —
gitmiştin — ben ne zaman gelebilecektim?
— gözyaşların içimde duruyor: "daha kötü mü olur?"
"daha kötü oldu."
üç kez dönüp bakmıştın:
— hayır canım, daha iyi oldu: beckett'in "daha iyi"si — sen de biliyorsun: daha iyi ağrıdı, daha iyi yağdı...
her ölüm dünyada bir çatlak açar — bir boşluk bırakıp öyle gider her kişi: öteki kişiler de, şimdi, o çatlağı kapatmakla, o boşluğu doldurmakla görevlendirilmiş hissederler kendilerini.
ah, canlılığım her zaman vardı elbette, sadece yaşamaya cesaret edememiştim, kendimi boğazlamış ve kendimden gizlemiştim; fakat şimdi bütün o baskı altındaki güç patlamıştı, yaşam denen o zenginlik, o tarifsiz kudret bana galip gelmişti.
insanların beni tanıdığı halime
aslında hiç uymuyorum
yaşlanmaktan korkuyorum
okunmaya değecek
bir şeyler yazamamaktan da
insanların güvenini
boşa çıkarmak istemiyorum
mutlu olmayı öğrenememekten
bir gün yeniden kırılmaktan
ailemi kaybetmekten
sonunda yapayalnız kalmaktan
korkuyorum