Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

ein volk ein rich

Demokrasi elbette, öncelikle iyi kararlar veren seçmenlere dayanır. Örneğin, 1981'de küçük Kaliforniya şehri Sunol, bir köpeği belediye başkanı olarak seçti. Siyah bir Labrador kırması olan Bosco Ramos, sahibi Brad Leber'in yerel barda ileri geri konuştuğu bir akşamın ardından büyük bir farkla insan olan adayı geçti. Bosco'ya ve Su­
Reklam
Demokrasinin ilk denendiği yer epey tartışmalı. Kolektif karar alma biçimleri neredeyse küçük erken toplumların vazgeçilmez bir özelliğiydi. Ayrıca yaklaşık 2.500 yıl önce Hindistan'da en azından demokrasiye yaklaşan bir şey yaşandığına dair bazı kanıtlar var. An­cak genellikle aynı sıralarda, milattan önce 508 yılında, demokratik hükümetin
Hiç hakkımız olmadığı halde bulunduğumuz yere yeni türler ge­tirme isteğimiz, dünyada halihazırda var olan türlerle kalmıyor. Bazen yepyeni türler yaratmayı başarıyoruz. 1956'da Brezilyalı bilim insanı Warwick Estevam Kerr, Tanzanya'dan kraliçe arılar ithal ederek, Av­rupalı arılarla melezleştirmeye çalıştığında tam da bu oldu. Kerr, bu iki türün birleşiminin Brezilya doğasına daha uygun bir tür üreteceği umudunu taşıyordu. Ne yazık ki, bir yıl süren üreme deneylerinin ardından olan oldu. Kerr'in Sao Paulo'nun güneyinde bir şehir olan Rio Claro'daki labo­ratuvarında çalışan bir arıcı, çok kötü bir gün geçiriyordu. Tanzanya kraliçe arılarından yirmi altısı kaçtı, Avrupalı işçi arılar onları izledi ve o gün hep beraber Brezilya'ya yerleştiler. Kraliçeler, rastladıkları her erkek arıyla çiftleşmeye başladı ve farklı türler üretti. Bu yeni "Afri­kalılaştırılmış" arılar, Güney Amerika'ya, oradan Orta Amerika'ya ve ardından ABD'ye hızla yayılmaya başladı. Aslında daha küçüklerdi ve diğer arılardan daha az zehirleri vardı, ancak kovanlarını savunurken çok daha saldırgandılar. On kat fazla sokuyorlardı. Bunun sonucu olarak binlerce kişi öldü. Bu yüzden "katil arı" adıyla anılmaya başlandılar.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Avustralyalı bilim insanları on yıllar boyunca tavşanlara hastalık bulaştırarak biyolojik savaş yapmayı denedi. Bunların en meşhuru 1950'lerde bulaştırılan miksomatözdür. Bu iş bir süre oldukça iyi gitti ve tavşan popülasyonunu dramatik bir şekilde azalttı ama uzun sürmedi. Virüsü bulaştırmak için sivrisinekler kullanıldığından sivri­sineklerin üremediği bölgelerde etkili olmadı. Hayatta kalan tavşanlar hastalığa karşı direnç geliştirdi ve sayıları tekrar tırmanmaya başladı. Ancak bilim insanları yeni biyolojik ajanlar üzerinde araştırma yapmayı sürdürdüler. 1990'larda tavşanlarda kanamalı hastalıklara sebep olacak bir virüs üzerinde çalışıyorlardı. Ancak, hastalıklar üze­rinde deneyler yapmak tehlikeli bir iştir. Bu nedenle bilim insanları virüsün açığa çıkma ve anakaraya yayılma riskini azaltmak için ça­lışmalarını güney sahilinin açığındaki bir adada yapıyorlardı. Eeeee. Tahmin edin ne oldu. Evet, 1995 yılında virüs anakaraya yayıldı. Yaşam, bu durumda sineklere otostop çekerek özgürleşti. Ancak, (tavşanlar için) ölümcül bir patojeni yanlışlıkla doğaya salan bilim insanları, bunun işe yaramış gibi göründüğünü söylemekten de memnuniyet duydular. Virüsün yanlışlıkla yayıldığı yirmi yıl önceden bugüne, Güney Avustralya'daki tavşan nüfusu tekrar azalırken bitki örtüsü geri döndü ve nesli tü­kenme sınırına gelen birçok hayvan da sayıca çoğaldı. Tavşanlarda kanamalı hastalıklara yol açan bu virüsün başka bir yan etkiye neden olmadığını umuyoruz.
Hayvanların evcilleştirilmesi bize bir de, doğanın efendisi oldu­ğumuz ve bundan sonra hayvanların ve bitkilerin emirlerimizi yerine getireceği gibi net bir fikir kazandırdı. Bu bölümde göreceğimiz gibi, ne yazık ki işler böyle yürümüyor. İnsanların, canlılara kendi istedik­lerini yaptırabileceklerine dair ısrarlı inancı hep geri
Reklam
Doğanın bize bahşettiği sonsuz sıhhati ve neşeyi, güneşin,rüzgarın ve yağmurun, yazın ve kışın tarif edilemeyen masumiyetini ve cömer hayırseverliğini bir durup düşünelim. Doğa, insanoğluna o kadar sempati duyuyor ki. Birimiz haklı bir nedenden ötrü kederlendiğinde, Güneş parlaklığını yitiriyor. Rüzgar, insancıl seslerle uğulduyor. Bulutlardan gözyaşları yağıyor,ağaçlar yazın ortasında yapraklarını döküp yas tutuyor. Benim aklım da doğanın bir parçası değil mi? Ben de bir parça da olsa yapraktan ve topraktan değil miyim? Bize iyi gelen, sağlığımızı geri getiren, halimizden memnun olmamızı sağlayan ilaçlar nedir? Bunlar benim ya da sizin büyük dedenizin değil, dedenizin büyük anneannesi olan doğa ananın sebzeler ya da bitkiler olarak bize sunduğu ve sayelerinde genç kaldığı, tüm akranlarından daha uzun yaşadığı, ve onlar bir deri bir kemik kalırken, kendi sağlığını beslemeye devam etdiği evrensel ilaçlarıdır.
“Kendi bütünlüğü içinde ele alındığında gösteri, mevcut üretim tarzının hem sonucu hem de tasarısıdır. Gerçek dünyaya bir eklenti, ona ilave edilen bir süs değildir. O, gerçek toplumun gerçekdışılığının can alıcı noktasıdır. Gerek enformasyon ya da propaganda, gerekse reklam ya da doğrudan eğlence tüketimi biçiminde olsun bütün özel biçimleriyle gösteri, toplumsal olarak hâkim olan yaşamın mevcut model'ini oluşturmaktadır. O, üretimde önceden yapılmış seçimin her alanda onaylanması ve bunun sonucu olan tüketimidir. Gösterinin biçimi ve içeriği, var olan sistemin koşullarının ve amaçlarının tümüyle aynen doğrulanmasıdır. Modern üretimin dışında geçirilen zamanın esas bölümündeki meşguliyet olan gösteri, aynı zamanda da bu doğrulamanın sürekli mevcudiyeti'dir.”
“ Her yerde aynı ürkütücü soru, iki yüzyıldan beri dünyanın yakasını bırakmayan şu soru sorulacaktır: Yanılsamanın hayal kırıklığı yarattığı ve gücün çözüldüğü yerde fakirler nasıl çalıştırılır?”
“Passing the days, not caught up in anything, it took me about a week to realize that .. Freedom without any purpose feels a whole lot like boredom.”
Nefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatmaya yeterdi.
Reklam
Fikrimi çalmaları mühim değil... Asıl mühim olan kendi fikirlerinin olmaması.
Zorlama altında gösterilen her türlü çaba yaşam ener­jisinden feda etmeyi gerektirir.
Başladığım şeyi illa bitirmek gibi bir saplantım vardı. Bir keresinde Voltaire’in eserlerini okumaya başlamış ve o canavarın gün boyu yetmiş iki fincan sade kahveyi devirerek yazdığı, küçük harflerle basıl­mış yaklaşık yüz kitaplık bir külliyatı olduğunu öğre­nince gözüm korkmuştu. İlla ki okunacaklardı ama son kitabı bitirip masaya koyduğumda çok memnun olmuş ve, “Bir daha asla!” demiştim.
Kadınların yeni alanlarda girişimde bulunma­ya başlaması ve liderliği yavaş yavaş ele geçirmeleri kadınsı hislerini köreltip nihayetinde tamamen yok edecek, annelik içgüdülerini ortadan kaldıracaktır. Böylelikle evlilik ve annelik nefret uyandıracak ve medeniyet gitgide arıların mükemmel medeniyetine benzeyecektir.
Şu anda istediğimiz, dünya üstündeki diğer şahıs­lar ve toplumlarla daha yakın bir temas, daha iyi bir iletişim kurmak ve dünyayı ilkel barbarlıklarla ihtila­fın içine sokan, milli egoizm ve gurura olan fanatik bağlılığın bertaraf edilmesidir... Barış ancak evrensel bir aydınlanma ve milletlerin bir araya gelmesinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkabilir; biz hâlâ bu huzurlu gerçeklikten çok uzağız.
99 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.