Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gülbeşeker

“Öte yandan Tanrı’nın yardımı bir zorunluluk değil, lütüftur. Bu durumda insan garantici gibi davranmayı bırakmalı, daha gerçekçi bir yaşam sürmelidir. Herhangi bir zorluk durumunda tanrı insana yardım etmek zorundaymış beklentisine girmek yanlıştır. Bir yetişkin gibi, hayatı tek başına kotaracak bir yeterliye sahip olmak ve öyle davranmak gerekir. Zorluklar, hayatın zorunlu bir parçasıdır. Bunların insan karakterini güçlendirmeye dönük olduğunu düşünmek de gerekmez. Böyle olmaları, bizi onlarla zorunlu olarak karşılaşmamız gerektiği gibi bir sonuca götürmemelidir. Unutmamak gerekir ki başımıza gelen olaylar olup bittikten sonra artık engelleyemeyiz, ama bizi etkilemelerini engelleyebiliriz.”
Reklam
"İnsanlara merhametli olmamız, tanrının merhametinin bir eseridir. Enkaz altında kalan bir çocuğa karşı hissettiklerimiz, tanrının dünyada olup bitene kayıtsız kalmadığının en büyük göstergesidir. Allah'ın yeryüzüne inerek o çocuğu enkazdan kurtaracağını beklemek beyhude. Ama o çocuğun kurtarılması gerektiğine iişkin içimize yerleştirdiği tanrısal irade ve arzuyu harekete geçirelek bu onuru insana tattır'mak isteyen bir tanrı var. kısacası, enkaz altında kalan birine yardım etme irademiz harekete geçtiği an, tanrının olaya müdahale ettiği andır."
“Hayatlarında kederden başka olay olmayan bizler, zamanı ıstırabın zonklamalarıyla ve acılı anların anısıyla ölçmek zorundayız. Düşünecek başka bir şeyimiz yok. Acı çekmek bizim varoluş yolumuzdur, çünkü var olduğumuzun bilincine varmamız için tek yoldur; geçmişte çektiğimiz acıların anısı ise kimliğimizin sürekliliğinin garantisi, kanıtı olarak gereklidir bizim için.” -De Profundis, Oscar Wilde-

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
“ En başta kendi kendinize yalan söylemeyin. Kendi kendisine yalan söyleyen ve kendi yalanını dinleyen o hale gelir ki, artık ne kendisindeki, ne de çevresindeki hiçbir gerçeği ayırt edemez, bu yüzden de hem kendisine, hem de başkalarına saygısızlık eder.”
“Öyle bir noktadayım ki ne bugüne değin olduğum kişi ne de olabileceğim yeni kişi olabiliyorum.”
Reklam
“Elimizde kalanlar yaşadığımız günlerin bir tortusudur. Şu gün ne veriyor, bilmiyoruz. Yıllar sonra tortusunu tadınca bileceğiz.”
BÖLÜM 8 — 1
“Dünyada insan evladı hilkat garibeleri olduğunu biliyoruz. Bunların bazıları çarpık, korkunç fizikleriyle görünürdür; dev bir kafaları ya da minik bir bedenleri vardır, bazıları kolsuz ya da bacaksız doğar, bazısı üç kollu, bazısı da kuyruklu ya da olmayacak yerde bir ağızla. Bunlar tesadüflerin sonucudur ve eskiden sanıldığının aksine, kimsenin
“İnsan nasıl bazı kitapları çok severek okusa da, bir süre sonra neler olduğunu unutur ve o kitaptan sadece bir duy­gu kalırsa geriye, o günden de bana sadece bir duygu kaldı. O güne ait, bir daha hiç yaşanması mümkün olmayan, ama hafif bir meltemle gelen ve nereden geldiği belli olmayan bir yasemin kokusu gibi.”
İyi yaşayışın özünü yalnız mutluluk mu oluşturur diye merak ederim. O mutluluk ki, yaşadığınız süre boyunca ancak bir ya da iki kez size kendini tattırmıştır. Oysa siz, ağzınızda kalan o tadı, tıpkı yiyip de hoşlandığınız güzel bir yemek gibi dişlerinizin arasında somut bir biçimde hissetmek ister ve bunu tekrar yiyebilmenin hayaliyle yaşamınızı sürdürürsünüz.
Bence bir insanın hayatı tıpkı bir DVD’ye benzemeli. Diğer herkesin gördüğü versiyonu da görebilmelisiniz ya da yönetmenin kurgusunu seçebilmelisiniz -diğer şeyler araya girmeden ewel sizin görmenizi istediği halini yani. Güzel yerlerden başlayabilmeniz için. ya da kötü anları yeniden yaşamamak için atlayabileceğiniz menü tuşları olmalı. Hayatta kaldığınız sahnelerin sayısına veya orada kısılıp kaldığınız dakikaların uzunluğuna göre ömrünüzün uzunluğunu ölçebilmelisiniz. Fakat ne var ki hayat tıpkı o aptal güvenlik kamerası görüntüleri gibidir. Ne kadar dikkatle izlerseniz izleyin hep karlıdır. Ve devamlı aynı görüntü döner, defalarca, tekrar tekrar.
Reklam
İnsan bu dünyada henüz yeni olduğunda, felaket duygusunun kaynağında hangi felaketlerin var olduğunu anlaması zor oluyor; belki bunu anlama gerekliliğini bile duymuyor. Yarın beklentisi içinde olan yetişkinler arkasında dün, bir önceki gün, en fazla bir önceki hafta olan bir şimdi içinde hareket ediyorlar: gerisini düşünmek istemiyorlar. Küçükler ise dünün, önceki günün, hatta yarının anlamını bilemiyorlar; onlar için her şey bu, şimdi oluyor; sokak bu, kapı bu, merdivenler bunlar, bu anne, bu baba, bu gün, bu gece.
**TERAPİ SÜRECİNDE
“Her acıyı geçiremeyiz ama acının kaynağını bulup onunla baş etmeye çalışabiliriz. Umutla ve bıkmadan… Her çıkmaza yol açamayız ama yolu tıkayan bariyerleri yıkmaya ya da onların üstünden atlamaya çalışırız. Can acısına katlanmayı öğreniriz birlikte. Hayatı öğreniriz. Neşe dolu olmasını umduğumuz bir yaşamda acıyı meşru kılarız. Acıdan öğreniriz. Korkmayız. Birlikte her duyguya göğüs gereriz. Gülün dikenlerini ayıklamayız. Güle, dikenine rağmen sarılan ruhu anlarız. Gülü sevmeyi öğreniriz hâlâ koklamak istiyorsak. Ölüme, özgürlüğe, sorumluluğa ve yalnızlığa rağmen var olmayı öğreniriz. Anlam ararız birlikte."
Heidegger’e göre anonim, bizden daha güçlü ve büyük bir insanlar topluluğunun içine doğarız. Daha kendimizi tanıma fırsatına erişmeden birçok fikirle yoğruluruz. Eğer uyanmazsak, eğer kendimizi dinlemezsek, başkalarının genel geçer fikirleriyle bir ömür geçebilir. Heidegger’e göre öteki, kendimiz olmamız yolunda bir engel gibi görünmektedir. Ancak ilişkiseliz, hep ilişkiler içinde olacağız. Bu durumda bize düşen kendimizi tanımak ve kendimize sahip çıkarak ilişkiler içinde varlık göstermektir. Ben gerçekten ne istediğimi bilmezsem, her akşam evde pişen yemeği yerim. Anlamadığım bir mutsuzlukla yaşarım. Oysaki kendimi bir bilsem, belki de dünyamı kendime iyi gelecek şekilde şekil-lendirebilirim; bunu yaparken de yine bağ kurmaya devam edebilirim.
Sevilebilmek için kendimizi ortadan sildiğimizde, kendimizi ve başkalarını sevebilmemizin yolu da daralıyor, sevilmek için uğraşırken sevmekten uzaklaşıyoruz.
Çalışkan ve üretken bir insanın içinde her zaman bir koca tembel vardır ve bence önemli plan bu ikisinin birbiriyle uzlaşıp, çatışmadan birlikte var olabilmeleri. Tembelin egemen olduğu zamanlarda kendini suçlu hissetmeyen insan, kendi zamanının akışı içinde saati geldiğinde, çalışkan ve üretken yanıyla zaten yeniden buluşacaktır. 'Yapmam lazım'ın yerine 'yapmak istiyorum'u koyabildiğimizde, 'yapmam lazım'ın insana yaşattığı, 'kendine karşı işlenmiş varoluşsal suç'un gerilimi söner, 'yapmak' yerini 'olmaya' bırakır.
334 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.