Doğduğun ev kaderindir derler. Oysa sadece insanın kaderi olmakla kalmaz doğduğu ev. Her şeyi olur; Karakteri, görüntüsü , mizacı, öfkesi, korkusu, yalnızlığı, umudu, kendini bulup kaybettiği, sığındığı ve bir o kadar da kaçtığı...
olur.
Sahiden de öyle miydi, zamanla daha az acı çekiyor olmak sevginin azaldığını mı yoksa kalbinin uyuştuğunu mu gösteriyordu? Az da olsa geçen tüm zamana rağmen hala acı çekmek aksine ne kadar sevdiğini göstermiyor muydu?.. Sevgi biter miydi ya da unutulur mu? Yaktığı da sardığı da silinir miydi ya da iz mi bırakırdı sonsuza dek?..
Bedeni sağlamdı fakat, yürüyemiyordu; işitiyor fakat duymuyordu, bakıyor ama görmüyordu.. Ruhu harabe yıkık dökük bir kulübeye saklanmıştı. Oradan çıkarsa kaybolacağına inanıyordu fakat çoktan kaybolmuştu. Farkında miydi, belki de farketmek istemiyordu. Yanılmıştı. Her insan gibi o da iliklerine kadar hissetmişti yanılgının o derin sızısını. Hiç olmadığı kadar, çaresizdi.. Şu koskoca dünyada tekti, yapayalnızdı. Kalbinde dolanan o tarifsiz acıyı, beynini kemiren binlerce düşünceyi ve hissettiklerini aktarabileceği hiç kimse yoktu. Ya da o bu kadar derin bir kuyudan çıkabileceğine ya da bir kimsenin onu cikarabileceğine olan inancını tamamen yitirmişti..
02.12.23