Savaş akıl ve adil bir hissiyatla yönlendirilemez. Savaşın aşırı bir duygu seline ihtiyacı vardır, savaşanlar kendileri için heyecan, düşmanına karşı da nefret yaratmak zorundadırlar.
Çizginin dışındakilerin -yani normal beklentilerin ötesinde başarıyı yakalayan kişilerin- hayatları tuhaf ve alışılmadık bir mantık izliyor. Gladwell bu mantığı basitleştirirken insanın kendi potansiyelinden en yüksek seviyede nasıl yararlanacağı konusunda heyecan verici bir plan sunuyor.
Tabii çizginin dışına geçebilmek sadece bireysel yetenekleriniz sayesinde olmuyor. Bunun için; aileniz, çevreniz, doğum tarihiniz, doğum yeriniz, fırsatların bol olduğu bir çağda doğup doğmadığınız gibi şans faktörünün de içerisinde yer aldığı oldukça kapsamlı bazı şeylerin de sizden yana olması gerekiyor. Hokey sporu, bilgisayar programcılığı gibi meslekler üzerinden örnekler vererek fikirlerini açıklıyor.
Başarı için 10 bin saat kuralının önemine de ayrıca değiniyor. Ne kadar diğer faktörler etkili olsa da uzmanlaşmak istenilen alanda en az 10 bin saat çalışmanın gerektiğini savunuyor.
Kitapla kalın, keyifli ve feyzli okumalar…
Arthur Schopenhauer’un beni fazlaca şaşırtan kitabı. Kadınların ruhuna ve doğasına yönelik çıkarımlar bekliyordum fakat okuduklarım daha farklı oldu.
Ona göre kadın erkeğe itaat etmek için yaratılmış ve onlar borçlarını doğum sancısıyla, çocuk bakıp büyütmek ve erkeğe itaat ile öderler. Kadınlar zihin bakımından dar görüşlü akli melekeleri zayıf yaratıklar. Kadınlar bedensel olarak erkeklerden aşağıdır. Kadınlar her zaman çocuksu, uçarı ve dar görüşlüdür.
Doğa kadınlara kendilerini korumaları ve savunmaları için ikiyüzlülük yahut riyakarlık yeteneği vermiştir. Dolayısıyla ikiyüzlülük ve riyakarlık onlarda doğuştandır. Diğer taraftan kadınlar dürüstlük, adalet, metanet, vicdanla ilgili konularda erkeklerden daha aşağıdadır. Dolayısıyla iki yüzlülük ve riyakarlık kadınlarda doğuştandır.
Arthur’a göre aşk vardır fakat bu tamamen yaşama iradesi ve cinsel içgüdü ile alakalı. Ne kadar büyük olursa olsun her aşk bütünüyle cinsiyet içgüdüsü ile ilgilidir. Aşkın nihai amacı gelecek neslin oluşturulması işi, üremedir.
Kadınları bu kadar kadınları yermesini, aşağılamasını ve hor görmesini beklemiyordum açıkçası. Görüşlerinin çoğuna katılmasam da dönemin şartlarını, toplumsal yaklaşımları, yazarın psikolojik durumunu, kadınlarla ilişkilerinde geçirdiği travmaları göz ardı etmememiz gerekir.
Kitapla kalın, keyifli ve feyzli okumalar…
Albert Camus’un Oran şehrinde meydana gelen Veba salgının toplumu nasıl etkilediğine dair çarpıcı bir romanı. Dünya tarihinde kitlesel ölümlere ve büyük acılara neden olmuş veba salgınlarından birinin, Oran şehrinde baş gösterip ilerlemesi, bu süreçte hem toplumsal hem bireysel olarak yaşanan sıkıntılar, duygu durumları, acılar konu edinmiş.
1947'de yazılan roman, geçen yıllarda çok şey değişse de insani tepkilerin, insan psikolojisinin zamansız olduğunu kanıtlar nitelikte.
Yakın zamanda covid pandemisi yaşamış bir toplum olarak pandemi döneminde yaşadıklarımızı, hissettiklerimizi tekrar hatırlattı diyebilirim. Eğer bu kitabı pandemiden önce okusaydım muhtemelen daha farklı hisseder daha çok şaşırırdım. Ama gel gelelim kitabı okudukça "biz de böyle yaptık, biz de böyle davrandık, biz de böyle söyledik" diye diye ilerledim. Toplumlar farklı olsa olaylar karşısında verilen tepkiler çok benzer.
Ölüm ve salgın karşısında nasıl da çaresiz kalıyor insanoğlu. Saramago’nun Körlük kitabını okurken de benzer duyguları hissetmiştim.
Kitapla kalın, keyifli ve feyzli okumalar…
VebaAlbert Camus · Can Yayınları · 202120,1bin okunma