Her şeyi ifade etmeye çalıştığımız dil'in ve sözcüklerin bizim yarattığımız bir uzlaşının sonuçları olduğunu düşündüğümüzde, uzlaşımsal bir dil ile hakikatin bir ifadesi nasıl oluşturulabilirdi ki?
Çünkü her tür uzlaşı, bir bütünlüğü öngörüyordu.
Uzlaşmak parçayı bütüne eklemek değil miydi?
Ayrıksı olan uzlaşılarak bütüne ekleniyordu. Ve her koşulda parçanın, ayrıksı olanın hakikati eksik kalıyordu.