Çocukken bir karanlık ormanda ışığı yanan bir kulübeye rastlandığı için seviyordum okumayı. Zifiri karanlıkta, bir dala basınca ayağımızı korkutan derin bir çıtırtı yankılanırdı. Büyür, gider bir yaprağın hışırtısı alır, bir kuşun ötüşünü kanatlandırır, bilinmeyen bir yaratığın fısıltısıyla çoğalırdı. sonra kendi büyüklüğünden korkmuş gibi başka seslere kulak kesilirdi. Her ağaçtan, dalda, yapraktan, ottan, kabuktan ayrı bir çıtırtı; her taraftan birbirinden korkunç hayvan sesleri geliyorken ve adımını nereye atacağını, neye basacağını bilmezken, üstelik karnın aç, yorgun, uykusuz ve üşümüşken bildiğiniz bir kulübenin ışığını görmekti okumak.