"Sözlerim kurşun olsun ayağına, gözlerinle görmediğin evete ya da hayıra, yorgun biri gibi yavaş yürütsün seni"
Alberto Manguel; Gezgin, Kule ve Kitap Kurdu h
"Özellikle yılan soyunun davranışları ilgimi çeker. Yılanların hareketi bizim el ve ayaklarımızı, kuşun kanatlarını ve balığın yüzgeçlerini, sanki doğa onlarla sadece hayal gücünün tadını çıkarmak istermişçesine, fazlalık gösterir. Karayılan, takip edilecek olursa bir çalılığa dalar ve ince çıplak dalların arasında zeminin bir buçuk-iki metre yukarısında, bir kuşun daldan dala uçuşu veya çatal dallarda dizili çiçekler arasına konuşu gibi rahat ve zarif bir dairesel hareket yapar. Hayvan yaşamının basit biçimlerindeki esneklik ve kıvraklık, daha yüksek biçimlerdeki karmaşık el ve ayak sistemine denktir, yılanınki kadar zorlu işleri ellerin ve ayakların bayağı yardımı olmaksızın başarabilmenin yolu, onun kadar KURNAZ ve MARİFETLİ olmaktan geçer. "
Bir de kaplumbağaları anlatıyor ki, muhteşem.
Henry David Thoreau, Doğa Yürüyüşü ve Seçmeler, s.101.
"Yaşamımın öyküsü yok. Böyle bir öykü yok. Odak diye bir şey olmadı hiç. Yol yok, iz yok. Alabildiğine geniş yerler var, buralarda bir zamanlar biri varmış sanısını uyandırıyorlar, ama doğru değil hiçkimse yoktu."
Marguerite Duras
"Sigorta Endüstrisi neden gençleri ilgilendirecek ve günümüz tutkularındaki değişime karşılık verecek daha proaktif bir sigorta türü icat etmez? Neden mülkle ve yaşlılıkla ilgili korkuları teskin eden 'felaket sigortacılığı' yerine 'fırsat sigortacılığı' sunmaz?"
17. Yüzyılın sonlarında Marco Polo'nun "dünyanın tartışmasız en güzel ve en soylu kenti" dediği Hangzhou'da eğitimli kadınlar Muz Bahçesi Şiir Kulübünde toplanırlardı. Üzerlerinde ham ipekten sade kıyafetler olurdu, mücevher takmazlardı, saçlarını da topuz yaparlardı. Amaçları hayatta neyin önemli olduğunu göstermekti veya onların ifadesi ile "olguları bütünüyle incelemek"ti ve ulaştıkları sonuç da ahlâklı olduklarını iddia ederken güç ve iktidar için rekabet eden erkeklerin sahte olduğuydu. Ancak bu kadınlar, "kozmetiğe ve güzel kıyafetlere önem veren kadınların" desteğini nasıl kazanacaklarını bilmiyorlardı. Onlar adına "üzülüyorlardı". Çalışmanın daha dürüst yollarını bulma idealinin de ulaşılmaz olduğu sonucuna varmışlardı. Onlar da erkeklerin saplantılarını görmezden gelip sanatı canlandırarak ve muhteşem bahçeler yaratarak "estetik bir yaşam" peşinde koşmaya karar verdiler."
"Semiramisler Semraların küçük didinmelerle kurdukları mutlu görünen, sakil yuvaları dağıtırlar, bundan keyif alırlar"
Ayfer Tunç, Aziz Bey Hadisesi, s. 116
"Yasayla hükümdarın özdeşleştirilmesinin sonucu, yasanın, hiyerarşik açıdan üstün bir "yaşayan" yasa (nomos empsykhos) ile ona tabi olan yazılı bir yasa (gramma) halinde bölünmesidir".
"Hükümdarın yaşayan yasa olması, onun yasanın yüküm lülüğü altında olmadığı, yasanın yaşamının onda bütünsel bir yasasızlıkla örtüştüğü anlamına gelebilir ancak"
Diotogenes, biraz sonra bunu mutlak bir netlikle açıklar: "Kralın sorumsuz bir gücü [arkan anypeuthynon] olduğu için ve kralın kendisi yaşayan bir yasa olduğu için, kral insanlar arasında bir tanrıya benzer"