Bir devlet olsaydım milli marşım pinkfloyd-marooned olurdu, bayrağım van gogh tablosu. Bateri çalarmış gibi yaparken birilerine yakalanma tedirginliğini sevmiyorum. Ve kader inanılması gereken değil, katlanılması gerekendir.
"Yavaştır yaşamının anlamı. Sana aldırmaz; öyle hemen de çıkıp gelmez sana, sen onu ne denli bekliyor olsan da."
youtube.com/watch?v=8LMB6K4...
Don't Give Up, Peter Gabriel
"Hayal gücü olmayan herkes sıradan bir zekaya sahip olabilir. Ama benim bir hayal gücüm var, hiçbir şeyi olduğu gibi görmem; olduğundan çok farklı görürüm."
open.spotify.com/intl-tr/track/3...
Inside of Love, Nada Surf
Ovçinnikov, Japonya anılarının bir yerinde şöyle der:
Burada her şeyin özünün zamanla kendiliğinden ortaya çıkacağına inanılıyor; bu yüzden de Japonlar ayrı ayrı her yaşın izlerini tam bir büyülenmişlikle, hayranlıkla karşılıyorlar. Yaşlı bir ağacın koyulaşmış rengi, bir taşın yosun bağlaması, hatta üzerine dokunan pek çok elin izlerini taşıyan bir resimdeki yıpranmışlık onlara müthiş çekici geliyor. Uzak zamanların bu izlerini Japonlar 'pas' anlamına gelen 'saba' sözcüğüyle karşılıyorlar. Saba: hakiki pas... geçmiş zamanların güzelliği, zamanın mührü.
Zamanı geri çeviremezsin derler. Bu bir tek, geçmiş geri getirilemez anlamında doğrudur. İyi de, şu geçmiş denen şey özünde neyin nesidir? Geçip gitmiş olan şey mi? O zaman, 'geçip gitmiş' ne demektir, özellikle de geçen her ânın, gelgeç olmayan şimdiki zamanın gerçekliğini herkes geçmişte buluyorken? Geçmiş bir anlamda şimdiden daha gerçek, en azından daha durağan, daha kararlıdır. Şimdiki zaman parmaklarımızın arasından akan kumlar gibi kayar gider ve önemli, ele gelir ağırlığı ancak anılarda kazanır.
Zaman, yaşadığı sürece insana, hakikate yönelmiş manevi bir varlık olarak kendini algılama imkânı sunar. Tabii bu, insana hem büyük keyif, hem de acı veren bir bağıştır. Olup olacağı, insana tanınmış bir süredir hayat; bu süre içinde insan, yöneldiği Hedefe bakışı doğrultusunda ruhunu inşa edebilir, etmelidir. Hayatımızın içine sıkıştığı alabildiğine katı çerçeve, hem kendimize hem de başkalarına karşı sorumluluğumuzu, olduğundan daha da sert bir biçimde ortaya serer. Vicdan da zamandan bağımsız değildir, zamanla birlikte vardır.
Ahlaki bir varlık olarak insana bellek, anımsama bahşedilmiştir ve bunlar, içimize tatmin edilmemişlik, hoşnutsuzluk duygularının tohumları ekerler. Anılar bizi saldırıya açık, acı çekmeye yetenekli hale getirir.
Zaman olmadığında anı da artık yoktur, bu çok açık. Öte yandan anı, aşırı karmaşık bir kavram ve ilineklerini, belirtilerini istediğimiz kadar sayıp dökelim, yine de onun bizde yarattıklarının tümünü belirleyebilmiş olmayız. Anı, manevi bir kavramdır. Örneğin birisi bize çocukluk izlenimlerini mi anlattı, herkese, bu kişiye ilişkin eksiksiz fikir oluşturmamıza yetecek malzemeye sahip olduğunuzu tam bir güvenle söyleyebilirsiniz. Anılarından yoksun kalan biri, zamandan dışlanmış olduğu için, dış dünyayla bağ kurabilme yeteneğini yitirmiştir, o artık hayali bir varoluşun tutsağıdır ... ve çıldırmaya mahkümdur.