Bir Tereddütün Romanı gerçekten tam bir tereddütün romanı.Tereddüt ve şüphe yazarın kendine has üslubuyla okuyucuyu ona kalırsa kariyi psikolojik bir maceraya sürüklüyor.
Kitaba Mualla'yla başlıyoruz bir kitabı Mualla'yla okurken muharriri hakkında da bilgiler topluyoruz, kitabı Mualla'ya hediye eden Raif Bey de muharririn arkadaşı ve ikisini bir akşam tanıştırıyor.Muharrir Mualla'ya bir evlilik teklifi yapıp alacağı cevabı bekleyedursun ikinci bölümde Vildan karşımıza çıkıyor yine bir tereddüt ve şüphe içinde ilerliyor sayfalar.
Bundan sonraki sayfalar felsefi bir ağırlık kazanıyor, birbirleri arasındaki diyaloglar aforizma niteliğinde ilerliyor.
Kitabın 1933'de yazıldığını düşünürsek mütakere sonlarına geliyor savaşın insanlar üzerindeki bıraktığı yıkım Vildan üzerinden anlatılmakta.Psikolojisi kötü,buhranlarla dolu, isterik, intihara meyilli biraz da deli.
Burda biz Mualla olarak da okuyoruz kitabı, Mualla hepimizin yerine muharririn okuduklarını içinde yaşıyor etkilerini yaşıyor her cümlenin.
Muharrirse Peyami Safa hadi bakalım siz de şu cümleye kulak verin:"En afaki zannettiğimiz romanlar bile muharririn ruhunu muhayyel kahramanlar vasıtasıyla aksettiren bir otobiyografiden başka bir şey değildir".
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nda Peyami Safa, okurun yalnızca ruhunu ve aklını değil, vücudunu da ele geçirmişti Romanın kahramanı Safa'nın bacağındaki yarayi kendi bacağında hissetmeyen var mı acaba? dedirten bir diger romanı.Mutlaka okuyun hele ki bir "yıkılıyor, hersey yıkılıyor" diye baslayan kısmına gelin yıkımı o zaman görün, zaman, mekan insan ruhu nasıl yıkılıyor hissedin.
Schlink,Alman akademisyen, yargıç ve yazar Okuyucu'yu okurken hayatından kesitler buluyorum.
15 yaşındaki bir çocuğun 35 yaşlarındaki bir kadınla yaşadığı aşk, Nazi dönemi sabıkalarının izleri, ihanet, kaçış, vicdan azabı, uçurumlar, suçluluk duygusu, yakalanma korkusu... Schlink, bu temaları "Suç nedir, niçin suçluyum? " sorularının peşinde sürükleyici bir hikayeye teslim ediyor bizi.
Ve bir yandan düşündüren acaba ben ne yapardım? sorusunu da sorgulatan bunu yaparken de değer sevgi, adalet ve vicdan üçgeni arasında gidip geldiğimiz bir eser karşımızda.
Kendi hayatımız için başkalarının hayatını yakma düşüncesini hiç aklınıza getirdiniz mi? Kendi çıkarınıza olacak bir şey için birilerinin hayatını mahvedebilir miydiniz? Sanırım bu yazının başlığında söylediğim “Hakikat bizi ne kadar korkutur?” dediğim şeye geliyor bu. Kendimize de asla açıklayamayacağımız düşüncelerimiz olmuştur. Bunları eyleme dökme fikrini hiç aklınıza getirdiniz mi? Bu sizi inanılmaz korkutuyor değil mi? İşte bu kitapta sorgulanan şey de tam olarak bu. Michael ve Hanna’nın aşkının ardında yatan soru.