Aşağı ve mütevazi konumdaki birisinin, prenslerin yönetimlerini tartışmaya ve kurallarını belirlemeye cüret etmesinin kendini beğenmişlik olarak addedilmesini istemem; çünkü nasıl manzara resmi yapanlar, dağların ve yüksek yerlerin yapısını gözlemlemek için ovada alçak bir konumda duruyor ve alçak yerlerin yapısını gözlemlemek için dağların tepesine çıkıyorlarsa, aynı şekilde halkların yapısını iyi tanımak için prens olmak ve prenslerin yapısını iyi tanımak için de halktan birisi olmak gerekir.
”Herkes ölünce ardında bir şeyler bırakmalı, derdi dedem. Bir çocuk, bir kitap, bir tablo, inşa edilmiş bir ev veya duvar, yapılmış bir çift ayakkabı. Veya ekilmiş bir bahçe. Elinin bir şekilde dokunduğu bir şey, öldüğünde ruhunun gideceği bir yer olsun diye; böylece insanlar ektiğin o ağaca veya çiçeğe baktığında, sen orada olursun. Ne olduğu önemli değil, dokununca onu değiştirdiğin ve ellerini çektiğinde sana benzeyeceği bir şeye dönüştürdüğün sürece, derdi. Sadece çim biçen adamla bahçıvan arasındaki fark dokunuştadır, derdi. Çimleri biçen adam orada hiç olmamış gibidir; bahçıvansa bir ömür boyu orada olacak.”
"Beni rahat bırak." dedi Mildred. "Ben bir şey yapmadım."
"Seni rahat mı bırakayım! Bu çok güzel ama kendimi nasıl rahat bırakabilirim peki? Rahat bırakılmamıza gerek yok. Aslında arada sırada rahatsız edilmemiz gerek. En son ne zaman gerçekten rahatsız oldun? Önemli bir konuda, gerçek bir konuda?"
"Yalnız kalmayı seviyor musun?"
"Hayır. Kimse yalnız kalmayı sevmez. Ama yalnızlıkla yaşamayı öğrendim."
"Sen her zaman böyle bilge misin?" diye sordu.
"Bilge falan değilim. Dedim sana, ben bir şey bilmiyorum. Sadece kitapları ve sözcüklerin nasıl yan yana dizileceğini bilirim... ama bu, benim için en önemli şeyler hakkında konuşmayı biliyor olduğum anlamına gelmez."
"Ama şuan yapıyorsun bunu... bir şekilde."
"Evet, bir şekilde... ben her şeyi daima böyle söylerim işte. Bir şekilde."