Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

102 syf.
8/10 puan verdi
Bu kitap hakkında yazılmış olan çok güzel yorumlar mevcut fakat ben de düşüncelerimi anlatmak isterim. Öncelikle takdim kısmında belirtildiği gibi Yahya Kemal'in eserleri kendisi öldükten sonra basılmış. Dolayısıyla Kendi Gök Kubbemiz de Yahya Kemal şiirlerinin derlemesiyle oluşuyor. Yahya Kemal edebiyatımız için çok önemlidir, keza şiirleri de öyle. Fakat takdir edersiniz ki dikensiz gül olmaz. O zaman ilk olarak bu gül niteliğindeki değerli eserin dikenlerinden yani kusurlarından bahsedelim. Peyami Safa okuyanlar bilir, çoğu kitabının en arka sayfasında sözlük bulunur. Malumunuz eski dönemde yazılmış eserler ve okunması kelime bilgisi gerektiriyor. Fakat bu kitapta sözlük kullanılmamış. Bu sebepten her sayfada bir kelime araştırmamız gerekiyor, bu da beni rahatsız etti. Tabii bu belki benim cahilliğimdendir:D Bunun dışında harika bir yazım diline ve söz sanatı becerisine sahip yazarımız Yahya Kemal'den başka kitap okur muyum bilmem ama bu kitabının bir şiir kitabı olmasını göze alacak olursak beni fazlaca doyurduğunu söyleyebilirim. Her satırı altı çizilesi. Ölüm, aşk, musiki, din ve vatan gibi konular mükemmel işlenmiş. Yahya Kemal'e iyi bir başlangıç ama şiir okumayı sevmeyen biri için doğru bir tercih olacağını düşünmüyorum. Okurken Yahya Kemal ile birlikte maziye sürüklenip gidiyorsunuz, eski dönem atmosferini iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Süleymaniye, Endülüs, Sicilya; bazen de bir düş, mezarlık ya da sıradan bir sahilde gezintiye çıkıyorsunuz sanki. Son olarak 'tahayyül'ümü ne kadar zorlasam da kitabın -derlemenin- niçin Kendi Gök Kubbemiz ismini aldığını anlayamadım.
Kendi Gök Kubbemiz
Kendi Gök KubbemizYahya Kemal Beyatlı · Fetih Cemiyeti Yayınları · 20183,560 okunma
··
294 görüntüleme
Ü okurunun profil resmi
1000Kitap
1000Kitap
neden edebiyat kısmı yok acaba?
Gül okurunun profil resmi
"Kendi gök kubbemiz" bilirsiniz ki Yahya Kemal'in Süleymâniye'de Bayram Sabahı adlı şiirinde geçer. Yahya Kemal gök kubbenin bizim olanına atıf yapmaktadır. Yani başkalarının da birer gök kubbesi vardır ama bize ait olan bir başkadır. Herkesin gök kubbesi kendinedir... Ben lafı fazla uzatmayayım. Aklınızda belki bir gök kubbe fikri oluşturma ihtimaline binaen, Sadettin Ökten hocanın Yahya Kemal'in Rüzgârıyla Düşünceler ve Duyuşlar adlı kitabından gök kubbe mevzusuyla ilgili uzunca bir alıntı bırakmak istiyorum buraya. Üniversitedeki edebiyat dersimizde bu kitabı okumuştuk, hoş bir anlatımı var Sadettin hocanın. Yahya Kemal'i anlayabilmek adına bize yardımcı olacaktır muhakkak: "KENDİ GÖK KUBBEMİZ ÜZERİNE Kendi Gök Kubbemiz... Ne mûnis, ne sihirli ve ne kadar aydınlık bir ifade, içimizi genişleten ve bize ferahlık getiren bir kavram. Kendi gök kubbemiz ve ona dâhil olan insan, onun altında kendine yer bulan ferd, varlığını ve kimliğini kendi gök kubbemize göre idrak ve tarif eden biz. Bu biz, bugün yaşayan bizler değiliz; bu biz, bizim ecdadımız. Bu topraklarda ve daha nice şimdi bizden cüdâ olan yerlerde yaşamış ve yaşatmış, huzur ve sükûnun teminatı olmuş, hikmeti ve aşkı talim ve temellük etmiş ecdadımız. Yaşadığı arz parçasına ruh vererek onu vatan yapmış, oraya derunî dünyasının nakşını hâk etmiş ecdadımız. Bu arzlar bugün bize yabancı kalsa da o derunî nakşın büyüsü ve buhurunun hâlâ hissedildiği ve hâlâ o cedlerin ervahının dolaştığı ve onların menakibinin anlatıldığı yerler. Bu yerlerde yaşasak da bu yerlerden mahzun hudutlarla ayrılmış olsak da bir şey farketmiyor, biz bugün ruhen ve gönül bağı olarak oralarda yaşamıyoruz, zaman zaman telafisi mümkün olmayan bir boşluk ve hasret duygusuna düşüyoruz, o kadar; çünkü kendi gök kubbemizin altında değiliz... Ecdad, yani büyük dedelerimiz kendi gök kubbelerinin altında yaşıyorlardı, bunu ifade etmeyi bile zaid görürlerdi. Onlar için bu hal son derece tabii idi, her millet kendi gök kubbesi altında yaşardı ve ancak böyle huzur bulurdu. Gönüllerindeki hadsiz teslimiyet ve kalplerindeki kâmil iman neşvesinden neşet eden bir şevkle yaşadılar, öyle muhabbet ettiler ve muhabbet buldular, herkese hizmet ettiler ve herkesten hürmet gördüler. Mazi onların muazzez ve muhterem hatıraları ile yüklüdür. Babalarımız onlar kadar şevkli ve mesut olamadılar. Babalarımızın altında yaşadıkları kendi gök kubbeleri dedelerimizinki kadar muhkem ve eksiksiz, sakin ve huzurlu değildi. Bu kubbede bir mikdar harâbiyet emareleri görülüyordu, lakin eski asırların verdiği emniyet ve itimat duyguları içinde, bunlar zamanla tamir ve telafi edilir düşüncesi hâkimdi. Her şeye rağmen kendi gök kubbeleri onlara kifayet etmekte idi. Bu kubbenin altında yarınki zaman, yine eskisi gibi olacak duyguları içinde sabır ve tevekkül ile yaşadılar, ama ecdad kadar şevkli ve mutmain değildiler. Oğullar yani bizler babalarımız kadar talihli ve nasipli olamadık. Bizim de ecdadın yadigârı ve devamı olan kendi gök kubbemiz vardı, lakin çok harab ve zayıftı, ayrıca bu kubbenin içinde mağmum ve dumanlı bir hava hâkimdi ki biz çoğu kez kendi gök kubbemizi göremezdik. Fakat onun orada, o kara bulutların ardında olduğunu ve bizi ecdadın şefkati ve kudreti ile himaye ettiğini ve edeceğini bilirdik. Bazı vakitler bu puslu hava açılır gibi olur ecdad emaneti gök kubbemiz, yaralı ve solgun çehresi ile ortaya çıkardı, onda geçmiş asırların satvet ve ihtişamını, şefkat ve merhametini, rikkat ve iffetini görürdük. Bu da bizlere yeterdi; içinde bulunduğumuz zamandan bir başka zamana iltica ederek yaşamasını öğrenmiştik, öğrenmek zorunda kalmıştık. Torunlar yani bizlerin -oğulların- çocukları için kendi gök kubbemiz kaybolmuş bir hayalden başka bir şey değil. Kendi gök kubbemizin bırakınız kendisini, hayalini dahi kaybetmiş bu nesiller. Bir kısmı, kendilerine başka bir gök kubbe bulmuş, onun altında yaşadıklarını vehmediyorlar; bu kubbe onları ezen ve tüketen kesif ve ağır bir yapı, içinde bencil ve bedensel hazlarla yüklü bir hayatı barındırıyor. Bunun altında selim aklı ve müşfik gönlü kaybetmeden ve bunun aksine çıkarcı aklı ve özellikle içgüdüleri özgür bırakmaksızın yaşanamaz. Onlar da öyle yapıyorlar, selim aklı ve müşfik gönlü devamlı sarhoşluk haline sığınarak kendilerinden uzak tutuyorlar. İçgüdüleri ise tek kutsalları olarak olabildiğince serbest. Torunların diğer bir kısmı ise ağır ve kesif bu yabancı kubbeyi ve içindeki hayatı reddetmişler, bir başka vasatın ve bir başka iklimin eksikliğini hissediyorlar. Lakin bunlar da nereye gideceklerini, hangi vatana iltica edeceklerini bilemiyorlar. Kendi gök kubbemizin varlığını ancak sislerin ardından hayal meyal hatırlayabiliyorlar, o kadar... Kalpleri o kubbenin altında yaşamak için hasret ve iştiyak ile dolu, ancak buna güç yetirecek nüfuz-ı nazar ve ferasetten mahrumlar. Bazı kereler içgüdüsel hazlarla yüklü yabancı kubbeden gelen kuvvetli dalgalarla vahim savrulmalar yaşıyorlar, bu da mahrumiyetlerini bir kat daha arttırıyor. Hülasa, ecdad için kendi gök kubbemiz; bütün hususiyetleri ile özgün, şevkli ve tabii bir hayat tarzı ve dünya görüşü, hakkında konuşulması bile zaid olan apaçık ve olabildiğince güzel bir gerçeklik idi. Babalarımız bu özgün ve güzel gerçekliğin kenarında yaşadılar, lakin o, ufukta bütün ihtişamı ile tecelli etmekte idi, her an onu temâşa edebiliyorlardı, bu gerçeklikten hiç şüphe duymadılar. Onların ecdaddan farkı çok yakınlarında hissettikleri eski günlere, ecdad günlerine tekrar kavuşmak için gönüllerinde taşıdıkları ümit ve iştiyak idi. Bizim nesillerde durum çok daha başka bir biçimde tecelli etti, bizim gök kubbemiz ziyadesiyle yıpranmıştı, çoğu zaman ortalığı saran duman sebebi ile onu göremiyorduk, ama o yine orada idi, o sislerin ve o dumanın ardında. Ve bizler ecdadın gök kubbesine iltica ederek yaşamasını öğrenmiştik. Bizim çocuklarımız ise gök kubbemizin hayalini bile unutmuşlar. Ya da hayali, hayal meyal görüyorlar ama gök kubbenin altındaki vatana gidecek takatleri yok. Kısaca, kendi gök kubbemiz bir zamanlar bu âlemde olabilecek gerçekliğin en son mertebesi kadar gerçek, şevk dolu ve bir o kadar da güzeldi. Zamanlar geçti, bizim yine bir gök kubbemiz vardı ama altında yaşamayı ümid ettiğimiz ecdadın gök kubbesi kadar şevk dolu ve güzel değildi. Sürekli devreden zaman çarkı içinde daha sonraları bazı kereler “Bizim bir gök kubbemiz vardı.", bazan da “Bizim bir gök kubbemiz varmış." diyorduk, ona kavuşmak ve altinda yaşamak için zamandan zamana tayyetmek icap ediyordu. Çok daha sonraları ise “Bizim kendi gök kubbemiz varmış.” bile diyemiyoruz, bırakınız kendisini hayalini dahi hatırlamıyor, üstelik mânâsız buluyoruz. Bu hayali hatırlayanlar ise ona varacak güce sahip değiller. Hâlbuki kendi gök kubbemiz orada, hem çok yakınlarda, hem de çok uzaklardadır. O en kolay ve müşahhas mânâda Süleymaniye'de, o abidevî külliyenin tâcı mesabesinde olan camide görülür. Sonra vatanı temsil eden ve bizim özümüzü aksettiren seçkin şehirlerimizin mazide biçimlenen ufuk çizgilerinde temâşâ edilir. Bu şehirler, bütün vatan sathını kendi gök kubbemiz altında toplarlar. Sonra o, öz insanımızın yaşama biçiminde, düşünce ve his dünyasında tecelli eder. Ve sonunda kâinatı ihata edecek vüs’ate sahip engin gönlümüzde karar kılar, taht kurar. Kendi gök kubbemizi idrak edebilmek için arzu ederseniz duygusal ve güzel bir başlangıçtan, bir bayram sabahına hazırlanan Süleymaniye'den yola çıkalım." [Sadettin Ökten, Yahya Kemal'in Rüzgârıyla Düşünceler ve Duyuşlar, 4. Baskı, (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2015), s. 20-23.]
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.