Kitaptan bir alıntıyla başlayayım ki belki kitabı ve yazarı tanımayanlar da benim gibi bu alıntıdaki soru ile kendine gelir ve yazara gereken değeri vermek adına Türk edebiyatındaki hak ettiği yeri kazanmasına bir katkımız olur.
" İşte sadık, etrafımız düşmanla sarılı olarak o sevgili Türk bayrakları altında üç ay yaşadım. Ya Türkler'in haberleri var mı bizden? Kara tatar, kamplarında çırpınıyormuş, bir avuç toprağı için ölüyormuş, kimin haberi olur?"
Tokat gibi bir soru!!! ve bu sorunun cevabı da incelememin sonunda. Asıl tokatı orada yiyoruz adeta... Şayet
mehmet temiz bey olmasaydı ben de kara tatar'ın verdiği mücadeleden cengiz dağcı'dan da haberim olmayacaktı.
Evet bu tavsiye üzerine okumaya başladım kitabın daha ilk başlarında öyle bir sarsıldım ki hemen internetten cengiz dağcı'yı araştırdım. Ona dair bulduğum üç belgeseli izledim. Kitabi bitirdigimde anladim ki bu yazılanlar ne kurgu ne de hayal ürünü. Birebir yazarın biyografisiydi bu kitap. Yazım tekniği ve anlatımı ise ayrı bir başarı. Ne basite indirgenmiş bir üslup ne de karmaşık bir anlatım... savaşın ve esaretin insan psikolojisini nasıl tükettiğini insanı insan olmaktan çıkarmışlığını öylesine ustaca anlatmış ki... nasıl toparlanmış da böylesine mükemmel ifade edebilmiş anlamadım.
2. Dünya savaşında Ruslar kırımı işgal ederler. Romandaki baş kahraman sadık Turan'ın, köyleri ve evleri de istilaya uğrar. Sadık Turan'ın babası onun iyi bir eğitim alıp milli duygularla vatana hayırlı bir evlat olması için okutur. Eğitimli olan bu genci, Ruslar da askeri eğitim vererek, Almanlara karşı verdikleri savaşta teğmen olarak görev verirler. Başka çaresi yoktur Sadık Turan'ın. Eğer Rusların safında Almanlara karşı savaşmazsa bilir ki ailesi bir gün ansızın ortadan yok olacaktır. Yoksa kim yurdunu, köyünü, evini basan bir düşman için cepheye gidip savaşır ki... Kim kendini ön saflara yem niyetine atan zalim düşmana asker olur ki...
Sonrasında Almanlara esir düşer. öyle bir esaret öyle bir kamp ki cehennem çukuru sanki. Okurken kendinizi onun yerine koyuyorsunuz canınız çok yanıyor. Babanızı, eşinizi onun yerine koyuyorsunuz, içiniz kor kor kavruluyor, sonra oğlunuzu... İşte burada çıldırasınız geliyor düşünemiyorsunuz. Sonrasında da ajan olarak Ruslara karşı kullanmak istiyor Almanlar. Karşı çıkıyor önce sonra da Almanlar için Rusyaya karşı savaşmak zorunda kalıyor.
Kısacası kitapta Hitler ve Stalin'in hırsları ve kendi dışındaki ırkları, ulusları yok etmek uğruna nasıl vahşete imza atmışlar onu okuyorsunuz.
Ve incelemenin başında bahsettiğim yazarin sorduğu o sorunun cevabına gelecek olursam izledigim belgeselde bir anısindan bahsedilir. Iste o anısında "Türklerin haberi var mı?" Sorusunun cevabını alır.
Cengiz Dağcı yaşadığı Londra'da Türk konsolosluğuna gider ve Türkiye'ye gelmek için müracaatta bulunur. Oradaki görevli sorar:
-Turkiyede akrabanız tanıdığınız var mı?
-Hayır, der cengiz dağcı.
Görevli :
-o zaman gidemezsiniz, deyince oradan çıkar ve konsolosluğun önündeki banka oturup ağlar. Ağlarken de kendine şöyle der:
-Ben Turkiyedeki herkesi akraba, kardeş biliyordum!!!
Bu eseri bana kazandıran
mehmet temiz beye buradan sonsuz teşekkür ediyor merak ederseniz diye incelemesini de buraya bırakıyorum.
#29436514
Keyifli okumalar.