Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

236 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Geçmişin sislerinde kaybolmuş, adı unutulmuş, döneminin ilklerine imza atmış, değişik lakapları olan, dostlarının ona “Ada” dediği bir kadın: Adalet Cimcoz. Adını daha önce duymuştum, yakın tarihle ilgili okuduğum kitapların çoğunda adı geçiyordu. Ama doğrudan onunla ilgili bir kitap okumamıştım, o yüzden bu kitabı görür görmez okumaya karar verdim, iyi de ettim. Adalet Cimcoz öldükten sonra bıraktıkları dağılmış. Mine Söğüt de uzun araştırmalardan sonra dağılmışlardan bulabildiklerini toparlayarak Cimcoz’un yaşam öyküsünü deneme türü olarak yazmış. Daha önce Mine Söğüt’ün ‘Deli Kadın Hikâyeleri’ni hayran kalarak okumuştum. Cimcoz-Söğüt ikilisi olunca bu kitabı okumamak olmazdı. “Biliyordu hastalığını, kurtuluşu olmadığını, hastaneye yattığı güne kadar mikrofon başında idi. Hastanede bir yandan serum takılırken öte yandan ikinci baskıya girecek olan kitabın tashihlerini yapıyordu. 13 Mart 1970 günü öldü. İki gün sonra toprağa verilirken radyodan hâlâ sesi geliyordu.” Ölüm psikolojisi nasıl bir şeydir? Hepimiz bir gün öleceğimizi biliyoruz ama nerede, nasıl ve ne zaman olacağını bilmiyoruz. Bir hasta olarak tedaviniz olmadığını, sonun yaklaştığını, sürenin azaldığını bilirseniz ne yaparsınız? Kalan süreyi nasıl değerlendirirsiniz? Bunun cevabı kişiden kişiye değişir tabii. Biz Ada’nın yaptıklarına bakalım. Radyoda seslendirmeye devam ediyor, kolunda serum takılıyken baskıya girecek kitabın düzeltmelerini yapıyor. Neden? Öldükten sonra yaptıklarıyla bir eser bırakmak için mi? Ölürken ardında yarım kalmış işler bırakmamak çabası mı? “Yazılarını okurken sanki onun, kadınların genelde aptal olduğunu düşündüğünü hissediyorum. Bir yandan güzelliklerini överken bir yandan da süse, giyime, makyaja olan tutkularını küçümser gibi. Kadınlar için yazıyor ama kadınları sevmiyor sanki. Bu yüzden çoğu kez onları acımasızca alay konusu yapıyor, yanlışlarını en sivri kelimelerle yazıp onları yerden yere vuruyor. Aslında kendisi de giyime, güzelliğe çok düşkün ama belli ki bu zaafın zekâyla desteklenmesinden yana. Çevresindeki dostlarının çoğu güzel kadınlar. Sanırım onları kadın olmaktan öte, insan olarak var olmanın savaşını veren özel kişilikler olarak görüyordu. Belli ki Ada’nın tüm itirazı, beyinlerinin küçüklüğünü tüylerle süslü şapkaların ardına saklayan kadınlara yönelikti…” Yazarın düşüncesi, ben katılmıyorum, onun hakkında okuduğum diğer yazılardan sonra farklı düşünceler uyandırdı. Kıskançlık, aşağılık alınganlığın getirdiği davranışlar, diğer kadınların açığını arayıp bunları alayla yazması. Güzel kadınlarla gezmesine gelince onlar güzel ama ben akıllıyım, her konuda onlarla yarışır, geçerim gösterisi yaptığı. Bu kadar değişik konularda ilkleri yapması sadece yetenek mi yoksa azim ve kazanma hırsının sonucu mu? Daha önce okuduğum dönem kitaplarında Cimcozlardan çok bahsedildiğini söylemiştim. Bu kitaplardan biri de Osman Balcıgil kitabı “Yeşil Mürekkep”. Balcıgil kitaplarını yazarken çok araştırma yapıyor, sonra tarihî gerçekleri yan karakterlerle kurgulayarak yazıyor. Yeşil Mürekkep’te de Cimcozların ajanlığından bahsediliyor. Bu kitapta da: “Maya müdavimlerinin çoğunun cebi delik. Burada yapılan toplantılarda devamlı ülke kurtarılıyor, edebiyatın binbir dalı fethediliyor, her an yeni manevî zaferler kazanılıyor. Ve Maya’nın adı polis dosyalarında ‘solcuların buluşma yeri’ olarak geçiyor…” denilmiş. Yine aynı yere geldik. İstihbarat dosyalarına adı geçmiş, “solcuların buluşma yeri” diye mimlenmiş, solcuların avukatı Mehmet Ali Cimcoz ve eşi Adalet Cimcoz. Avukatlığını yaptığı Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Mehmet Ali Aybar gibi isimler hep tutuklanıp yargılanırken Cimcozlar değil tutuklanmak, gözaltı ya da sorgulamaya dahi alınmıyorlar. Yoksa Sabahattin Ali (1979, Filiz Ali), Filiz Hiç Üzülmesin (Filiz Ali) ve Yeşil Mürekkep kitaplarındaki iddialar, iddianın ötesinde mi? ‘Kuzgun’dan söz ederken “çocuğum” diyor. Kuzgun’u gerçekten çocuğu gibi seviyor, hatta belki de doğurmadığı ya da doğuramadığı gerçek evlâdının yerine koyuyor. Diğer kadınları kıskanması, aşağılaması, kompleksli olması için bir sebep daha. Kuzgun’un babası galeriye gelip: ”Bu haylaz oğlanla ne uğraşıyorsunuz anlamıyorum. Bırakın bu saçma işlerle uğraşmasına destek vermeyi, cesaretlendirmeyi. Hazır meslek lisesini bitirmişken onu bir tamircinin yanına vereyim de bari iş öğrensin serseri.” (Adam haklı, daha öncede bahsedildiği gibi sanatçılar parasız.) dediğinde adamı kovuyor. O günden sonra Kuzgun eve gitmiyor, Maya’da ya da Ada’nın evinde kalıyor. Ama içki sorunu var. Ada çok çabalasa da söz geçiremiyor. İmkânsızı başarmakta usta olan Ada, bu defa hüsrana uğruyor. Tek yenilgisi ama bu konuda haklı mı? (İçki müdahalesi değil bahsettiğim.) Kendi istedi diye bir başkasının hayatına müdahale etmek, olmayacak bir şey için desteklemek… İyi niyetle olsa da yardım edeceğim derken altüst ettiği hayatlar, aile ne olacak? Sahiplendiği Kuzgun yetim, kimsesiz değil ki… “Dil yalnız anlaşma değil, düşünce aracıdır da. Kişi konuştuğu dil ile düşünür.” demiş bir eleştiri yazısında Ada. Ortaokulda İngilizce öğrenmeye başladığımızda öğretmenimiz de hemen hemen aynı şeyi söylemişti: “İngilizce düşünün, öyle konuşun, cevap verin. Türkçe’ye çevirirseniz, Türkçe düşünürseniz hata yaparsınız.” Birkaç ilginç bilgi vardı: *Bülent Ecevit’in Ankara’da gazetecilik yaparken Ulus gazetesinde Maya Sanat Galerisi için yazdığı makale. *Sabahattin Eyüpoğlu’nun “Cim-Dal” adı ile gazetede eleştiri ve makale yazdığı. Bundan hiç kimsenin haberi yok, öyle ki Bedri Rahmi bile bilmiyor. *Mehmet Ali Cimcoz da Ada’nın güzel bir kadın olmadığını yazıyor. Herkes sözleşmiş gibi “Güzel bir kadın değildi ama öylesine …” diye başlayan cümleler kuruyor. *Yazar değildi ama Kafka’dan Milena’ya Mektuplar çevirisi ile1962 yılında Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’nü kazandı. Kimi onun pek öyle anlatıldığı gibi “mükemmel” bir kadın olmadığını düşünüyor. Yani sadece göz boyadığını. Hatta Ada’yı biraz basit ve kültürsüz buluyorlar. Hatta terbiyesiz, hatta belki de şirret. Kimileri de onu zeki ama çok sorunlu bir kişilik olarak anımsıyor. Bir şeytan tüyü olduğunu yadsımıyor; neşesi, zekâsı ve dinamizmiyle herkesi etkilediğini kabul ediyor ama temkinli yaklaşıyorlar. Ada, çevresindeki herkesi avcunun içine almayı seven, olayların, ilişkilerin denetimi dışında gelişmesinden asla hoşlanmayan ve öyle durumlarda “kötü” olabilen biraz garip, biraz da tehlikeli bir dost, deniliyor ilk bölümde. O oyuncu değil ama “Dublaj Kraliçesi” idi; o yazar olmadan çeviri ödülü sahibi oldu; o gazeteci değil ama ilk dedikodu yazarlarından; o ilk sanat galerisi sahibi; o sanatçı değildi ama plastik sanatlar bir dönem onunla anıldı; o tiyatrocu değildi ama Brecht’in Sezuan’ın İyi İnsanı oyununu çevirdi. Aslında Adalet, annesi sayesinde Almanca biliyordu, Paşazade sülaleye gelin oluncaya kadar da toplumla ve sanatla ilgili değildi. Dublaj çalışmalarına da ağabeyi Ferdi Tayfur sayesinde girmişti. Bu yaptığı işlerin hiçbiri ile ilgili akademik eğitimi yoktu, aslında diploması yoktu. O hep sahnedeydi ama yıldız değildi; yine de spotlar hep üzerindeydi, kameraların önündeydi. Bana göre o kendi değildi, kendine bir rol seçmiş ve evlendikten sonra o rolü oynayarak yaşadı; paragrafın başında onu tanıyan, gerçek yüzünü gören ya da hissedenler gibi düşünüyorum. Alman bir anneye rağmen Toprak Mahsulleri gibi bir kamu kurumunda çalışması da, istihbarat dosyalarına girmesine rağmen dokunulmaz olması da hakkındaki iddiaları doğrular nitelikte. Bugün adı tarihin tozlu sayfalarında sararmaya yüz tutsa da, ışığı gerçek olmasa da yaşadığı döneme damga vurmuş, ilklerin kadını Adalet Cimcoz 51. ölüm yıl dönümünde anılmayı hak ediyor.
Adalet Cimcoz - Bir Yaşamöyküsü Denemesi
Adalet Cimcoz - Bir Yaşamöyküsü DenemesiMine Söğüt · Yapı Kredi Yayınları · 2018103 okunma
·
100 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.