Gönderi

1062 syf.
10/10 puan verdi
Anna Karenina’yı bir kez daha izledim. Filmin başında açtığım Carmenere üzümü ağırlıklı sek kupajı mideme indirirken şarap olmazsa elimi bile sürmeyeceğim Parmezan peynirinin, her birini yaklaşık birer gram halinde kestiğim parçalarını birer ikişer yoğun sek şaraba katık ediyorum. Filmin sonunda ağzımda Parmezanın buruk tadı, damarlarımda dolaşan Carmenere kupajın üstüme getirdiği ağırlık, içimde filmin tarif edilmez hüznü bilgisayarımın başına geçiyorum. Kafamın içinde turlayan her biri bir kavrama yapışmış kelimeleri izlerken, hangilerini misafir edeceğim konusunda kararsız ve oldukça zayıfım. Acaba diyorum, Rusların çevirdiği mi yoksa Holyywood’ta çevrilen mi daha yakın Tolstoy’un kitabına? Belki de en iyisi bir Rus’un fikrini almak düşüncesiyle mutfağa doğru seğirtiyorum. Bilgisayarın klavyesinden yükselen seslerle kendinden geçmiş Galina Aleksandrovna’nın yanına geliyorum. Omuzlarının bana en yakınına elimi koyup, yatıp yatmayacağını soruyorum. “Aman” diyor “bana ilişme. Romanımı bitirmek üzereyim” “Roman?! Hangisini?” “Türk romanını...” “Nasıl yani? Sen o romana başlamış mıydın ki? Hani Türk tarihini okuyordun?” “Zdrasti (selam)” diyor. “Ama burada “günaydın” anlamına geliyor.” Bir nevi tiye almak gibi. “Günlerce okudum ve Yavuz Sultan Selim zamanına karar kıldım” “Yavuz Sultan Selim biraz sorunlu” diyecek oluyorum ”Neden” dese, sorusuna, ona uygun, anlayabileceğim bir cevap yok kafamda. Alevi-Sunni anlat anlatabilirsen. Allahtan beni dinlemiyor pek. -“Küpeli hali hoşuma gitti diyor. O dönemi seçtim. Zaten padişahın olduğu bölüm yok hiç” Beni baştan ayağa süzdüğü gözlerine yardıma çağırdığı ağzından “Hadi” diyor “git ve işine bak. İlham gelmişken hazır, son birkaç sayfayı yazmak istiyorum. Romanı bitireyim, sen Türkçeye çevirirsin, sözleri dökülüyor” Yüzüme takındığım sahte gülümsemeyle “Çevirsem çevirsem sayfalarını çeviririm” diyorum. Mutfakta yalnız bırakırken onu, derin bir hayranlık duyduğumu hissediyorum. Dört yıl Rus dili ve edebiyatı, üstüne iki yıl daha literatür mastırı yapmış, şimdilerde evinde bir Türk’ten olma (o Türk ben oluyorum) üç çocuğunu yetiştirmeye çalışan bir kadın; kahramanı, hem de Yavuz Sultan Selim döneminden bir Türk ve onun romanını yazıyor. Kadehimde kalan şarabı derin derin içime çekip kokluyorum. Burnuma bukle bukle Kapadokya kokusu geliyor. Kendimi sevdiğimle, sıkı bir kar yağışı altında Sinassos’ta düşlüyorum. Kulaklarımda Sevim Tanürek’in “Menekşe Gözler Hülyalı” parçası işime, daha doğrusu keyfime dönüyorum. Neyse ki ben de bir Rus klasiğinin Amerikan versiyonu olan filmi izlemişim. Elimde yıllarca önce okuduğum romanın Rusça versiyonu, aklımda Lev Tolstoy (Bu arada Lev, aslan demek) Tolstoy, Anna Karenina’ya başladığında zihnindeki hedef oldukça belliymiş: Aile sadakat bağlarını çiğneyen, bu şekilde hem toplumun hem de dinin buyruklarına karşı gelen kötü kadını, ’hak ettiği’ sona uğurlamak. Tutkuyu (aşka dair) cezalandırmak. Yani, Tolstoy’un Anna Karenina’sı ilk taslaklarda insancıllıktan yoksun, hain, bencil, ahlaksız ve kötü bir kadın iken, romanın yazılması aşamalarında giderek insanileşmiş, giderek duyguları ve sebepleri olan, hataları mazur görülebilen, hatta hatalarıyla sempati duyabileceğimiz etten ve kemikten bir insana dönüşmüş. Tolstoy’un nefret kusmak istediği kişi, acınan, kendisi de kaderin elinde bir oyuncak haline dönen bir gerçek insana dönüşmüş. Toplumun kolektif bilinci, ortak oluşturulmuş üst yapı kurumlarıyla denetleme işini üstlenir. Bu “ne diyecekler” korkusu insanı “terbiye edip, hizaya sokar”. Aslında gelinen nokta kendine yabancılaşma, kendini inkâr, belki de damlayanla yetinmedir. Anna Karenina’nın yeni versiyonunu, Tolstoy’un bastırmaya karar verdiği, sonu, günahları da sevapları da beraber götüren ölümle bitse de çok sevdim.
Anna Karenina
Anna KareninaLev Tolstoy · Türkiye İş Bankası Yayınları · 201939,7bin okunma
··
116 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.