Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

80 syf.
·
Puan vermedi
Nurullah Ataç'ın William Shakespeare'in oyunundaki iki karakterin adını verdiği eleştiri kitabı. Ataç da Prospero'yu çok sevenlerden. Ona gore Prospero aydın kesmi temsil ediyor. Prospero gibi aydın kişilere ihtiyacımız olduğunu neredeyse her satırda belirtiyor. Caliban ise cahil çoğunluğu temsil ediyor. Caliban'ı sevenlerin onun gibi olanların çokluğundan yakınıyor. Caliban gibi değişmekten korkan, yeni bilgiler edinmeyen kendini yenileyemeyen kişilere kızıyor. Öğrenmek istemeyen birine yeni bir şey öğrettiginde onun değerini bile anlamaz diyor. Öyle ki Prospero Caliban'a konuşmayı öğrettiği halde "Siz bana konuşmayı öğrettiniz de ben bundan ne kazandım sanki? İlenmeyi biliyorum, işte o kadar..." der Caliban. Ataç'ı hakli çıkaran bir söz söylemiş. Kendisi yeni şeyler öğrenmenin ona faydası olduğunu düşünmüyor bile. Hatta ona yeni şeyler öğreten Prospero'ya sövüp duruyor, onu öldürmek istiyor. Ataç toplumda Caliban'a benzettiği büyük çoğunluğun da hep Prospero'yu öldürmenin pesinde olduğunu söylemiş. Aydınların önüne konulan tüm engelleri hep zaten sayısı az olanları tüketmek olarak görmüş. Onların önünde bunca engel yasak olmasını eleştirmiş. Sözde aydın geçinen kimselerin Caliban'ı yükselttiğini söylüyor. "Bugün Caliban’ı başa geçirmeye kalkıyorlar. Görmüyor musun? Çoğunluğun anlayışı, beğenisi (zevki), ölçü diye alınıyor. Birtakım saçmasapan kitaplar yazılıyor, duyuyorsun, bütün gün radyolarda tatsız, bayağı ezgiler çalınıyor. Niçin? Çoğunluk bundan hoşlanıyormuş, ancak o saçmasapan kitapları anlayabiliyormuş. Caliban'a acımıyor bügünün aydını, acınacak bir durum görmüyor ki Caliban’da! Üstünlüğün ta kendisi diye bakıyor ona, yaranmaya çalışıyor. Dilimizi düzelteceğiz, dünkü dil bugünkü düşüncelerimizi söylemeye yetmiyor diyoruz, birtakım yeni tilcikler (kelimeler) kurmaya çalışıyoruz. «Olmaz!» diyorlar. Neden? Çoğunluk anlamıyormuş da onun için olmazmış. Bütün değerleri çoğunluk yargılayacak... Çoğunluğun da koltukları kabarıyor, en büyük yargıç diye bakıyor kendine, anlamadığını, beğenmediğini de ezivermeye kalkıyor. Aydın denilen kimselerin, dörüterlerinin de çoğunun işine geliyor bu, uyuveriyorlar çoğunluğun dileklerine, çoğunluğun bildiği, daha doğrusu yarım yamalak bildiği birkaç yüz tilcikle çoğun­ luğun kolayca anlayabileceği konulan işliyor, sonra da «Biz çoğunluğu yükseltiyoruz!» diye övünüyorlar. Hayır, çoğunluğu yükseltmiyorlar, kendilerini alçaltıyorlar. Prospero, Caliban’ı kendine kaldırmıyor, kendisi Caliban'in durumuna inmeye özeniyor. Çoğunluğa uymak, çoğunluğa boyun eğmek..." diye söylüyor. Kitapta işlenen bir diğer konu ise daha doğrusu eleştirdiği bir diğer konu. "Yazarin, en çok da öykü yazarının geçim sıkıntısı çekmiş, yoksulluktan geçmiş olması daha iyiymiş. Kendisi aç kalmış olacak ki bilsin açlığın ne olduğunu. Acılar duymamış olan anlar mı acı nedir?" sözlerine hatta Ataç'ın deyimiyle lakırdılarına. Bu sözün doğruyla bir ilişiği olmadığını düşünüyor. Bu düşüncenin yanlış olduğunu şu sözlerle belirtmiş. "Sıkıntı çekmiş, aç kalmış, yoksulluk içinde olgunlaşmış yazarlar vardır, büyük öykücüler gösterebiliriz bunlar arasında. Peki, ya ötekiler, varlık içinde yetişmişler arasında büyük, çok büyük yazarlar, öykücüler yok mudur? Balzac, Stendhal büyük varlıklı kişiler değilmiş ya, yoksul da değillermiş, çocuklukları, gençlikleri sıkıntı içinde geçmemiştir, aç kalmamışlardır onlar. Ya Tolstoy? Ya Proust? Tolstoy, baydır (zengindir), ağadır, büyük toprakları, sayısız kulları vardır. Proust da büyük gelirli bir ocağın çocuğudur. «Pişmemişler mi» onlar? Anlamamışlar mı kişioğlunu? Tolstoy için de, Proust için de, Balzac’la Stendhal için de öyle bir söz söylenemez. Öyle ise «Öykücünün sıkıntı çekmiş, yoksulluktan geçmiş olması gerekir» savı da ayakta duramaz." Ataç yoksulluğu hastalığa benzetir. Insan hasta olduğunda nasıl bütün dünya umrunda olmuyorsa yoksullukta da böyle olduğunu düşünüyor. O yüzden türlü sıkıntılar içinde olan insanların bütün dünyayı anlamalarinin mümkün olmadığını söylüyor. "Çevremizi düşünmek, bizden başkalarının sıkıntılarını, acılarını, çektikleri güçlükleri kavramak için kendimizden az çok kurtulabilmemiz gerektir. Kendisi sıkıntılar içinde çabalayan kişi, onları unutup da kendinden kurtulabilir mi? Hem bu hayatta sadece sıkıntı olmadığını mutluluk olduğunu da söylüyor. Çok zorlu yollardan geçmiş insan bunu tatmazsa nasil olur da bütünüyle hayati anladığını düşünürüz diyor. "Başkalarını düşünebilmek, acunu kavrayabilmek için kişinin öyü (vakti) de olması gerektir. Bütün gün işiyle uğraşan, geçimini, ocağının geçimini sağlamaya çalışan kimse kolay kolay bulabilir mi o gereken öyü? Yorgun argın çıkıyor işinden, çoğu vurulmuşa döner de başkalarını değil, kendini, kendi acılarını bile düşünemez olur." Bu sözüne hak vermemek elde değil. " Kendimizi tutkularımıza kaptırabilmemiz, önümüzde aşılmaz engeller olmamasına bağlıdır. Romeo bir yandan da geçimini sağlamak için çalışmakla ödevli olsa, sevgisini dilediği gibi geliştirebilir mi? Sayrı düşüp de odlar içinde yansa, gene Juliet’i düşünebilir mi? Başka bir sıkıntısı, başka bir yükümü olmayacak ki, yalnız sevgisine versin kendini, yalnız sevgisi önüne dikilen engellerle uğraşabilsin." Ataç bu şekilde sıkıntı çekenlerin dünyayı daha iyi anlayabilecekleri savını çürütmeye çalışıyor. Kim bilir Tevfik Fikret'i sevmesi de bundandır
Prospero ile Caliban
Prospero ile CalibanNurullah Ataç · Varlık Yayınları · 196114 okunma
·
33 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.