Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Peygamber, yıkılası olarak nitelediği düzenin solcuları tutuklama konusundaki tutarsızlığını da anlamadığı her şeye uyguladığı açıklamayla, devrim öncesinin yıkılış mantığıyla açıkladı ancak baskı düzeni gevşeyip de ortalık birdenbire bu baskıyı anlatan anılarla, şiirlerle, romanlarla dolunca genel coşku içinde, baskının kurbanı olmanın gerçek anlamını daha iyi kavramaya başladı. Hapisaneyi arkadaşların yazgısının paylaşıldığı, bir oranda da baskıcılara neredeyse olumlu bir işlev yükleyen, benimsenmesi güç bir zorlamayla, ozanlığın onaylandığı bir yer olarak görmüştü hep, ama baskı sonrasının şiirlerini, romanlarını, anılarını birbiri ardından, içer gibi okumaya başlayınca aynı zamanda her sanatçı için geçilmesi zorunlu bir köprü olduğunu sezinledi; sonra, daha yöntemli bir biçimde, devrimciliğin söylensel dönemlerine doğru gittikçe sezgisi tam bir kesinliğe dönüştü: Mahpusluk "zor zanaat"tı ama yeri doldurulmaz bir yetişim mucizesi olduğu da kuşku götürmezdi; en azından mucizeyi yaşamış olanlar böyle söylüyorlardı: Onlara göre, bunun için iyi kötü bir sanat deneyimi bulunmak, hatta içeriye 141-142'den girmiş olmak bile gerekmiyor, ustaya "çırak durmak" yetiyordu: Ne defter ne kalem ne kâğıt ne kitap, volta sırasında anlatılıyordu dersler, birinci gün "diyalektik felsefe", ikinci gün "sosyoloji", üçüncü gün "ekonomi politik", usta anlatıyor, çırak yineliyordu; "Şimdi de şunu yinele.” diyordu usta: "Ben büyük ozanım, sen de büyük ressam", çırak bunu da yineliyor ve üç derste köy delikanlısı büyük ressam, sıradan gazeteci büyük romancı olabiliyordu. Sıfırdan başlayanların durumu bu olunca bu ayrıcalıklı uzama belli birikimlerle gelenlerin nerelere dek gidebileceklerini düşünmek bile baş döndürücü bir şeydi. Peygamber faşistlerin, bilerek ya da bilmeden, en büyük kötülüğü kendisine yaptıklarını düşünüyor, hiç içeri alınmamış sanatçılar konusunda olumlu bir görüş öne sürülünce devrimci yazarların “Kimmiş bunlar, hapislerde yatmışlar da biz mi bilmiyoruz." diye haykırmalarını haklı bulmaya başlıyordu. Peygamber bir adım daha attı o zaman: O güne dek sık sık yaptığı gibi kendi yazgısından yakınmak yerine, devrimin ve şiirin gerçek özünü kavramak, bunun sonucu olarak da devrimci ozanlar konusunda sağlıklı yargılara varabilmek amacıyla, başta Nâzım'ın hapisane şiirleri ve hapisane mektupları, Nâzım'ın Bursa Hapisanesindeki yaşamı konusunda yazılmış anı ve incelemeler olmak üzere devrimci ozanların tutukluluk serüvenleri konusunda ne bulursa okumaya girişti. Daha sonra, bununla da yetinmedi, devrimci Türk şiirine ozan olarak yeterince sağlayamadığını düşündüğü katkıyı incelemeci olarak sağlamaya karar vererek hapse girmiş ozanların eksiksiz bir abecesel dizelgesini çıkarmaya, her ozanın tutuklanma sayısını, yattığı cezaevlerinin adlarını, giriş ve çıkış tarihlerini, tutukluluk dönemlerinde yazdığı yapıtları belirlemeye, olağan dışı bir gözüpeklikle ve ileride gerekli karşılaştırmaları yapıp gerekli sonuçları çıkarmak üzere, her ozanın toplam tutukluluk süresini kesin bir biçimde güne ve saate dökmeye girişti. Peygamber, “hapislerde yatmış” ozanları bu denli önemsemekle ozan olarak kendini yadsımış oluyordu bir bakıma.
·
24 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.