"Bir sabah kimselere bir şey söylemeden, göç vaktini kaçırmış, suskun, yorgun ve kederli bir kırlangıç gibi alıp başını uzaklaştı. Biraz daha bekleseydi kanatlarında o dermanı bulamayacaktı. Umut niyetine sırtında taşıdığı bir çift kanat, zaman geçtikçe zayıflayacak, gitgide çürüyecek ve ruhunu zehirleyen bir belaya dönüşecekti.”
Düşerken, başka dünyalardan bir kadınla bir erkeğin zamansız karşılaşmasını ve giderek karmaşıklaşan yol hikâyesini anlatıyor.
“Nereye?” diye düşünmeden gitmek isteyenlerin varabilecekleri tek yer geçmişleridir.
Düşerken, uyumsuzluğun, arayışın, kapanmamış yaraların ve bir dizi keskin hesaplaşmanın romanı…
İnsanı insana o kadar güzel anlatmış ki Tarık Tufan kendinize ait izler bulmak, kabul etmek istemediğiniz gerçekliklerle yüzleşmek, affetmenin ve mucizelere inanmanın gücünü ve önemini hissetmek güzeldi.
Hikaye sizi içine çekiyor ve elinizden bırakmak istemiyorsunuz. Çünkü her bölüm daha merak uyandırıcı bir söz ya da karşılaşma ile bitiyor.
Stefan Zweig diyor ya "Kitap okuyan insanlar, dünyayı yalnızca gözleriyle değil, sayısız insanların ruhsal bakışlarıyla görebilir" İshak ve Jülide 'nin hayat hikayelerine ortak olmak, onların gözüyle hayata bakmak bazen canımı yaksa da güzeldi. Ardından klişe bir aşk hikayesi değil baki bir dostluğun oluşması ayrıca hoşuma gitti.
Stefan Zweig iyi demiş hoş demiş de biz bu kadar hayata hassas bakar, ince düşünürken ;etrafımızda bir kitap bile okumayan ve tüm gerçekliği yaşadığı tek hayat sanan insanlarla nasıl mücadele edeceğiz, onu da deyiverseymiş iyiymiş. Çünkü bu durum bazen aşırı sinir bozucu bir hal alıyor.
Kitabımızı okumayı düşünen tüm kitap dostlarına tavsiye ederim.