Otobiyografi yazmak her zaman riskli ve zor bir iş. Yazarın bu kitabı bir otobiyografik roman, değil elbette, ama o kadar çok kendisine ait izleri korkmadan çekinmeden sunmuşki okura, inanamıyorsunuz. Roman çok lirik bir eser, o kadar naif dokunuşları var ki hayata, sanata, ikili ilişkilere...
Sonuna kadar hiçbir zaman bir bütün oluşturmamış, hep paramparça akmış bir hayatın betimlenmesinden bütünlük beklemek. Gerçeklik diye adlandırdıkları bu mu? Yani örneğin bir parçalanmışlığı bir bütün oluşturan bir tasvirin yapaylığında bütünleştirmek mi? Peki ama, gerçeği gerçek kılan şey, onun hiçbir yanına benzememesi değil midir?