Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

188 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
Okuyucu
Bu inceleme kitaba dair spoiler içermektedir! Bu metin bir ödev metnidir. Telif haklarının tamamı hesap sahibine mahsustur. Bernard Schlink tarafından yazılan ‘Okuyucu’ romanı, aralarında 21 yaş fark olan Michael ve Hanna’nın hikayesini anlatıyor. Pek de masum sayılamayacak bu ilişkinin üzerinden uzunca bir zaman geçmesinin ardından artık hukuk öğrencisi olan Michael, Almanya’nın karanlık Nazi geçmişinin yargılanma sürecinde Hanna’nın sanık konumunda bulunduğu bir davada eski aşığıyla karşılaşır. Gizemli Hanna’nın sırlarını ortaya seren bu dava geçmişe dair pek çok soru işaretini de ortadan kaldırır ve kendi hayat mücadelesi içinde başka kimselerin hayatını karartan Hanna ağır bir hapis cezasına çarptırılır. Romanda çok hassas bir konu olan Yahudi soykırımına değinildiğinden ve Hanna karakterinin de soykırım konusunda romandaki en bariz suçlu olmasından dolayı akıllarda kitabın Almanların kolektif suçlarını aklamaya çalışıp çalışmadığı sorusu canlanıyor. Ana amaç bir aklama olmasa dahi Hanna bir suçlu ve ortada bu suçlu kadına aşk duygusuyla bağlanmış bir hukukçu var. Bu da etik sorguları beraberinde getiriyor. Hanna’nın suçlarından haberdar olduğumuz kısımlar da dahil olmak üzere romanın pek çok yerinde Hanna’ya karşı bir sempatizanlık var. Anlatımın da aşığının dilinden olması bu sempatinin en büyük kaynağı. Hanna’nın romandaki yerini anlamak için bu karakteri analiz etmek gerekir. Hanna ilkel bir kadını yansıtıyor. Hayatta kalma konusunda bir usta. Tek başına ve yalnızlık içerisinde. Hayattan bir şey istemeyen ve beklemeyen bir kadın. Kendisinden 21 yaş küçük bir oğlan çocuğuyla birliktelik yaşaması etik değerleriyle ve suçluluk duygusuyla ilgili okuyucuyu ciddi şüphelere düşürüyor. Bütün bunların ötesinde tam bir kapalı kutu. Karşısındaki kim olursa olsun kendinden ve sırlarından ödün vermiyor. SS’lere de kendi isteğiyle katılıyor. Hanna’nın kötü diyebileceğimiz özellikleri edebiyat yardımıyla anlatılınca ona sempati duymamıza yol açan pek çok ayrıntı ortaya çıkıyor. Hanna okuma yazma bilmeyen bir kadın. Kilisede mahkumların tutulduğu yerde daha duygusal ve zayıf olan kızlara kitap okutuyor ve bu bilgi anlatıcı olan Michael karakterinin aklında o kızlar daha az acı çeksin diye onları kendi yanına almışçasına yorumlanıyor. Oysa kitapları sevdiği için ve zayıf kızlar ona saldırıp onu yenemeyeceği için de özellikle onları seçiyor olabilirdi. Yine aynı kilise yanarken kapıların açılmamasının suçunu diğer mahkumlar Hanna’ya atıyor ve bizler de zaten başından beri gözdemiz olan Hanna’nın suçlandığını görünce ona daha da yakın hissediyoruz. Okuma yazma bilmediği için düzenlediği söylenen raporun yalan olduğunu söyleyemiyor. Çünkü utanıyor. Ne kadar insancıl bir duygu. Ne kadar da doğal. Bir yandan kabul edilemez bir mazeret gibi gelse de okuma yazma bilmiyorsa nasıl suçlayabiliriz Hanna’yı? Bilmemek suç mu? Bilgisizliği, dünyayı yanlış okumayı suçlayabilir miyiz? Hanna’nın insani yönlerini, okuma yazma bilmemesini, işlediği suçun tamamından haberdar olmamasını ileri sürerek tek fail üzerinden tüm faillere bir gönderme yapıldığı varsayımına kapılmak mümkün. Ama hayır. Kitabın amacı bir suçu aklamak değil. Bir suç koca bir toplum tarafından işlenebilir mi? İşlenebilirse toplum suçunun nasıl farkında olabilir? Bu evrensel suç faille mağdur arasındaki keskin çizginin neredeyse yok olduğu bir noktada. Herkes için işlenen suçların normalleştirildiği bir ortam yaratılmışken normal davrandığını düşünen insanları nasıl suçlayabiliriz? Nazi felsefesiyle hareket eden kimselerle zorunda kalan, başka yapacak bir şey bırakılmayan; toplumun, yaşatılanların bir parçası olmak durumunda olan kimseler aynı suçtan mı suçludur? ‘’Adalet nedir? Yasalarda yazılı olan mı, yoksa toplumun fiilen geçerli sayıp uyduğu mu?’’ Hanna toplumun azımsanamayacak bir çoğunluğunun sembolü. Amaç aklamak değil. Anlamak. Anlamak; affetmek, aklamak, barışmak anlamına gelecekse dahi anlamak lazım. Bunca insan nasıl bu suçu işledi? Anlayarak. Anlamak bir noktada vicdana davet. Bir o kadar da vicdandan bir kovuluş. Bir celladı hiç suçlamıyoruz katil olmakla. Çünkü o bunu yapar ve işi budur. Emir alır, uygular. Bir toplum cellat olmuş olamaz mı? Anlamaktan bu kadar korktuğumuz bu suçları cellat konusunda çoktan anlamış değil miyiz zaten? ‘’Ama cellat da idam mahkumundan nefret etmez, yine de asar onu.’’ Kitabın okuyucusuna, hukukçulara verdiği, okuyup özümsememizi istediği mesaj aslında hayatın belirsizlikleri, farklı renkleri ve sesleri karşısında hukukun ne kadar gri ve sağır olabileceğidir. İnsan insandır. O yaşar, sürüklenir, uyum sağlar. Adaptasyon denilen şey toplumsal olabilir. Yüzyıllarca dünyaya yayılabilir. İnsanın insan olması onun yargılanması önünde bir engel değil, doğru yargılanması için bir yol gösterici, ipucu sadece. Yargılamalar yetersiz kalabilir. Bir araya gelip olaya son halini veren şartlar iyi değerlendirilmezse, yaşananlar basitleştirilir, gri bölgeler ve ikilemler göz ardı edilirse yargı ile yargılanan arasındaki bağ kopar. Mümkün olan her nokta incelenmeli. Şartlar elden gelen en iyi şekilde değerlendirilmeli. İşte asıl bu mesajın bize bu kolektif suçun yargılaması yoluyla verilmesinin sebebi de bu yargılamaların yıllar sürüp şartları anlamayı ve araştırmayı imkansızlaştırması ve var olan bunca dava içince incelenen unsurların sayısının da mümkün olan en az noktaya indirilmesi. İnsanlar sadece dava dosyasındaki isimlerden ibaret olmaya başlayınca yaşamlarını hapiste geçirmeleri ihtimali de kimsenin canını yakmamaya başlıyor. Özellikle de bu isimlerin kaybedecek bir şeyleri yoksa. Zaten Michael Hanna’nın okuma yazma bilmemesi sırrını hakime söylemediğinde de okuyucuyu yıkan şey Hanna’nın sırrının ikisiyle ölüp gideceği değildi. Yargıya katılan hiç kimse Hanna’nın da bir insan olduğunu hatırlatacak bu bilgiye sahip olmayacaktı. Kimse Hanna’nın utanabileceğini anlamayacaktı. Onun da o salondaki herkes gibi hisleri, anıları, yaşamaya değer günleri olduğunu ve doğru şartlar bir araya gelse her birinin sanık konumunda olabileceğini görmeyecekti. Sonunda okuma yazmayı öğrendiğinde her şey için çok geçti ve artık geri dönülmez bir noktadaydı. Kaybedecek hiçbir şeyi olmadan hayatta kalmaya çalışan Hanna en sonunda diğer her şeye olduğu gibi hapishaneye de uyum sağladı ve orada can verdi.
Okuyucu
OkuyucuBernhard Schlink · İletişim Yayıncılık · 20143,196 okunma
·
3.646 görüntüleme
Av. Ahmed Yasir Orman okurunun profil resmi
mardinlife.com/okuyucu-bernhar... Bu sitedeki inceleme ile sizin incelemeniz aynı. Her ikisi de size mi ait?
Berin Pekcan okurunun profil resmi
Evet bana ait zaten metnin sonunda parantez içinde Berin Pekcan yazıyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.