Uluyalım, diyor köpek.
Portekizli yazarımız Josè Saramago; ilk kitabı olan ''Körlük'' ile ''Nobel Edebiyat Ödülü'' kazanmış ve dünya çapında bir okur kitlesine ulaşmıştır. Yazarımız bu kez bu kitabın devamı olan ''Görmek'' adlı kitabını yazmak için kollarını sıvamış ve okurlarını hikayenin devamına çağırmıştır. 2004 yılında okurlarıyla buluşan bu kitap Distopik roman kategorisinde dünyanın en güçlü eserleri arasında gösterilecek bir yapıttır.
Kitap hakkında ki düşüncelerim olumlu olma yönünde geldi gitti. Çünkü ilk kitabı olan ''Körlük'' kitabından sonra beklentilerimi fazla karşılamadı. Kitabı yarım bırakmak gibi bir fikir aklıma gelmedi değil. Olay örgüsü ve karakterlere baktığımızda, ilk kitabında ki karakterlerimiz başlarında bizi karşılamadı. Aksine karşımızda halk ve bir devlet olayı vardı. Kitabın ortalarına doğru geldiğimizde ise bizi asıl karakterler karşılamaya başlıyor. Sanırım bu yüzden düşüncelerimi sizlerle burada paylaşmakta bulunuyorum. Siyaseti oldum olası sevmeyen birisi olarak kitabın başlarında çok bunalma derecesine geldim diyebilirim. Yazarımız siyaseti, kitabın
ortalarına kadar aşırı derecede kullanmış. Yazdığı bir cümleyi farklı sayfalarda da aynı şekilde kullanması gözümden kaçmadı değil. İlk kitabında noktalama işaretlerinden dolayı puan kırdığım yazarın; bu kitabında kırmadım. Evet nokta ve virgül ile olan sempatisini burada da ortaya koymuş. Ama anladığım kadarıyla yazarın; kendine has bir yazım stili ya da yazım biçimi diyebiliriz.
Gelelim kitap hakkında ki incelememize:
Adı bilinmeyen ülkenin ve onun bilinmeyen kentindeyiz yine. İlk kitabında yaşanan ''Beyaz Körlük'' salgınından sonra insanlar kör olmuştu ve daha sonrasında görmeye başlamıştı. Bunun ardından aradan 4 sene geçmişti. Daha bu olan salgının dehşet verici hatıraları tazeyken bir felaket daha ortaya çıkıyor. Seçim yapılıyor, sandıklar kuruluyor. Beklenmedik bir olayla karşılaşılıyor ve oyların neredeyse %83'ü boş çıkıyor. Hükümet bir komplo olduğundan şüphelenerek ayaklanmaya geçiyor ve halkın arasına gizli ajanlar sokuyor. Bunlar haber yapan muhabirler. Olan biteni öğrenmek için bir çok yola başvuruluyor. Ama başarısız olan hükümet en son çareyi sıkıyönetim ilan ederek ve kenti terk etmekte buluyor. Polissiz, askersiz ve en önemlisi devletsiz bir yer haline geliyor şehir. Sadece şehirde kalanlar bir yangın ihtimaline karşı itfaiye ve belediye başkanı. Hükümet, düzenin yokluğunda, düzensizlik baş gösterecek düşüncesiyle ayrıldığı şehirde, düzensizlik baş göstermeyince bir çok yollara baş vurmaya devam ediyor. Hükümetin yani başkanlığın şuan ki düşüncesi şehre 3 polis memuru göndermek. Bunlar komiser, müfettiş ve memurdan oluşuyor. Salgında gözleri gören tek kişi yani doktorun karısını artık hükümet biliyor ve boş oy olayının bir örgütlenme olduğunu düşünerek; doktorun karısının peşine
ve grupta olan diğer kişilerin araştırılması isteniyor. Hükümet aslında masum olan doktorun karısına iftiralar atarak halkı ayaklandırmaya başlıyor. Gazetelerde, radyolar da ve televizyonlar da hep bu haber öne çıkıyor. Halkın bir çoğunluğu doktorun karısının masum olduğuna inanıyordu. Üç el silah sesleri...
Doğarız ve o an sanki ömür boyu sürecek bir pakt imzalamış gibiyizdir, Fakat gün gelir, bunu benim adıma kim yazdı, diye sorarız.
Kitap hakkında ki düşüncelerime ve incelememe burada son verirken, şimdiden okuyacak kişilere bol siyasetli ve lütfen ''Körlük'' kitabının devamı olarak değil de, tamamen bağımsız başka bir kitap gibi okumanızı tavsiye ediyorum. :)