Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

464 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
9 günde okudu
Çok çok ilginç bir eser. Açıkçası okumadan evvel bu derinlikte bir eser okuyacağımı tahmin etmemiştim. Kitapta yer alan fikirler çeşitli ve eserin geneline yayılmış durumda. Söz konusu olan sadece alafrangalık olsaydı bu derece etkili olamayacağını tahmin ediyorum. Evet alafrangalık bir tema olarak eserde mevcut, hatta bizzat yazar önsözde bu konuya değiniyor. Fakat bu alafrangalık meselesi bir çok konuda bir ayna olarak kullanılmış; aslında anlatılan, değişen dünyayla birlikte kaçınılmaz olarak karşılaştığımız ve karşılaşmaya da devam edeceğimiz "yeni"nin karşısında nasıl bir duruş aldığımız, anlamadığımız bir kültüre maruz kalmamızın bizde bireysel ve toplumsal ne gibi yansımaları olduğudur. Bu, işin sadece alafrangalık kısmı. Bireysel açgözlülük ve bencillik ile toplumsal ahlak arasındaki çatışma, bu çatışmanın doğurduğu ikiyüzlülük "bana göre" kitabın ana motiflerinden en önemlisini oluşturuyor. Devletin ve adalet kurumlarının oluşumu, hırsızlığın doğası, adaletsizliğe (ya da güçlünün adaletine) olan tepkinin bu toplumsal ahlak ile bastırılmaya çalışılması, kadının toplumsal konumu ve feminizm gibi konular, yüzeydeki karikatürize alafrangalık eleştirisinin altında çok daha sağlam bir şekilde konu ediliyor. Kitabın mizahi yönünün cidden hakkını vermek lazım. Uzun zamandır yer yer bu kadar güldüğüm bir kitap okumamıştım. Bunda, yazarın kullanmayı tercih ettiği ironinin büyük etkisi var. Bu ironik dil, mizahi bir unsur olarak halen geçerliliğini koruduğu için bugünün okuruna da hitap ediyor. Ayrıca, yazar Meftun'u sıradan halkın karşısına zaman zaman bir sağduyu unsuru olarak koyarak onun hayret dolu tepkilerini mizahın dozunu artırmada ustaca kullanıyor. Yazarın kullanmayı çok sevdiği diğer bir teknik olan sözcük oyunları ve halkın "Frenkçe" ya da Arapça ve Farsça sözcükleri yanlış anlayarak komik tepkiler vermesi ya da kelimeleri beceremediği için tuhaf şekillerde telaffuz etmesi üzerine kurulu mizah ise, zamanı için geçerli olmakla birlikte bugün artık eskimiş olduğundan günümüze hitap etmiyor. Çok ilginç bir karakter var: Mösyö Macferlan. Adını üzerinden hiç çıkarmadığı ve dönemin modası olan bir tür ceketten alan bu şahıs oldukça karanlık. Hüseyin Rahmi Gürpınar bu şahıs üzerinden dönemin İstanbul'unda ya da diğer büyük doğu şehirlerinde fink atan, ne yaptıkları pek bilinemeyen batılılar sorununa değiniyor. Bunların bir yandan kendi vatanlarındaki çevreleri, bir yandan da saray içindeki kendi dostları adına casusluk yaptıkları net bir biçimde vurgulanmış. İşte bu Macferlan ile eşi ve bir de Madam ve Mösyö Şehim çiftinin çapraz aşk ilişkisi üstünden ikiyüzlülük kavramına vurgu yapılıyor. Burada Meftun bu çapraz aldatma üzerine kurulu ilişkinin romanlarda okuduğu ve “Paris yaşantısı” adı verilen bir şeyin parçası olduğunu düşündüğü için, yazarın bunu alafrangalığa ait bir adet olduğunu öne sürüp eleştirdiği yargısında bulunabilirdik. Fakat, gerek Meftun’un diğer düşünceleri, gerekse Macferlan’ın bu konuda Meftun’a öne sürdüğü kendi fikirleri, yazarın buradaki ikiyüzlülüğün insan doğası ile kanun ve törelerin birbirine uyuşmamasının doğal sonucu olduğu tartışmasını ortaya atmaktan başka bir amacı olmadığını düşündürtüyor. Avrupa’da bu şekildeki serbest evliliklerle dışarıdan kamusal düzene uygun ama içeride özgür hareket edilirken, Osmanlı’da da bu durum gece evden kaçmalar ve çarşafa sarınıp tebdil-i kıyafet gezme şeklinde kendi çıkar yolunu arıyor. Hüseyin Rahmi'de sürekli bir ders verme hali mevcut. Bunu da çeşitli karakterler üzerinden yapıyor. Fakat burada hep aynı sesin konuştuğu göze çarpıyor. Kimi zaman Meftun, kimi zaman Macferlan, ya da Madam Şehim, hatta Raci. Hepsi aynı sesle, aynı bilgelikle, aynı bakış açısıyla konuşuyorlar. Doğu ve batı anlayışları karşısındaki farklar, doğu kadınının sorunları, ahlaki çöküntümüz ve yozlaşmışlık problemimiz, ölüme karşı tutumumuz gibi konular, kâh düşüncede, kâh söylev şeklindeki konuşmalarda bir bütünlük içinde kendine yer buluyor. Bu dersler romana yedirilmekten ziyade, doğrudan okura fikir aktarımı şeklinde, bu görev bilinciyle yapılıyor. Bu açıdan roman, karakterlerinin aktarım için birer araca dönüşmesi talihsizliğine uğruyor; onların gerçekliğinin altını oyuyor, Hüseyin Rahmi'nin kuklaları haline getiriyor. Şunu söylemeden geçemeyeceğim: Dört kadının eve erkek atması konusu zaman ve mekan düşünüldüğünde son derece fantastik bir durum. Yazarın buradaki gerçekçilikten sapışı bilinçli bir tercih mi, yoksa kaza mı, anlaması zor. Her durumda, kulak tırmalayan, romana bir şey katmayan bir bölüm bu. Neticede yazar, Meftun'un mektubunu ve Macferlan'ın taziyesini yorumlayarak çıkarabileceğimiz gibi, insanda doğal olarak bulunan bencilliği ve açgözlülüğü reddetmiyor. Toplumsal bazı adetlerle, kurallarla ve davranış kalıplarıyla bunun üstünü örttüğümüzü, fakat aslında her birimizin içimizde aynı kötülüğü taşıdığımızı da vurguluyor. Bu eğilimin sağduyu ve merhametle dengelenerek toplumsal bir uyuma ulaşılabileceğinin mesajını ise daha zayıf bir şekilde olsa da verdiği kanaatindeyim. Sanki, çözüm yolunu doğrudan işaret etmek yerine, aşırı olanı göstererek bizi doğru yola sevketmeye çalıştığı izlenimini edindim. Meftun ve Kasım'ın açgözlülüklerinin ve tavırlarının aldığı aşırılığın çevrelerini ne hale soktuğu ve bundan sakınmak gerektiğini öne sürüyor. Fakat temel sorunun, yani bireyin ve toplumun çatışmasının, insan toplumunun sağlıksız kuruluş şeklinin çözümünün ne olacağı meselesini ise bir bilinmeyen olarak bırakıyor.
Şıpsevdi
ŞıpsevdiHüseyin Rahmi Gürpınar · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20212,139 okunma
·
261 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.