Sanat sadece savaş hâlinde dahi olsa hayatı yaşanır kılan bir kavram mıydı? Yoksa sanat savaşları engelleyebilir miydi? Para, güç, politika ve şahsi çıkarların kör ettiği gözler, sanat ile sadece insan için bakabilirler miydi yeniden? Gerçekten bu mümkün olabilir miydi? Bir tiyatro sanatçısı olarak kendisi bu ülkü uğruna kendi yüreğinde ve vicdanında nasıl bir mabet inşa edebilir ve insanları o ülkü mabedine nasıl çekebilirdi?
16 yaşında tiyatro sevdasına mani olmaya çalışan ailesine başkaldırıp kendi yolunu çizen ve
sahnede devleşerek sonsuzluğa ulaşan bir sanat devrimcisidir, Muhsin Ertuğrul...
Açlık, parasızlık, baskı ya da savaş. O, hiçbirini
engel olarak görmedi; onun için imkânsız yalnızca içi boş, kof bir kavramdı. Ve aldığı her nefesi tiyatro için harcadı.
İstanbul’dan Paris’e, Paris’ten Berlin’e, Berlin’den Stockholm’e uzanan mesleği uğruna sınır tanımadan diyar diyar dolaşırken onun tiyatroya olan aşkını ruhunuzun derinliklerinde hissedeceksiniz.
Ve bir insanın yeteri kadar isteği varsa, amacına ulaşmak için, o imkansızlıkta bile neleri başarabildiğini okuyacaksınız.
Özellikle sinemaya tiyatroya ilgisi olan ve Muhsin Ertuğrul'u daha iyi tanımak isteyen herkese tavsiyemdir.
Dünya sahnesinden bir Muhsin Ertuğrul geçti ardında ışıltılı bir iz bırakarak…