Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

160 syf.
9/10 puan verdi
Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı
Canınız öykü çektiyse... Nitelikli öykülerin, hele hele de nitelikli postmodern öykülerin nasıl icra edileceğini, okura göstermek anlamında, önemi yadsınamayacak bir eser olarak edebiyat dünyamızda arzı endam eden '' Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı' adlı bu nefis öykü kitabına göz gezdirmeniz yeterli olacaktır... 1971 yılı Sait Faik Hikaye Armağanı'na değer bulunan eser, "Ada" ve "Tepe" adlı iki alt bölüm içeren "Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı" ve "Dutlar" adını taşıyan iki ana bölümden oluşmakta. Ada ve Tepe öykülerinin birbirleri ile ilintileri hemen göze çarpıyor olup, sonraki öykü bir miktar ayrıksı dursa da, biraz kafa yorulduktan sonra Dutlar öyküsünün de ilk iki öyküye bir nazire niteliği taşıdığı gözlerden kaçmıyor. İlk bölümde, vakti zamanında, ülkenin birinde mevcut olan inanç sisteminde değişiklik yapılması uygun görülür ve değişimin ilk durağı olarak haliyle kiliseler uygun bulunur. Bu, gönüllü değil bilakis baskıcı ve dayatmacı bir değişimdir elbet. Bebeklikten manastırda yetişmiş bir keşiş olan Andronikos ise, bu değişimin bir aynası babında, öykümüzün ana karakteri olarak karşımıza çıkıyor. "Otuz üç yıllık bir ömrün sonunda, dünyayı değiştirdiğinin farkına bile varmadan Filistin'in bir dağında çarmıha gerili ölen o köylü ile aynı yaşta Andronikos..." Tüm alışkanlık ve inançlarından vazgeçmesi talep edilen Andronikos, buna kendince razı gelmez. Ancak itiraz edecek ya da kendini ölüme teslim edecek gücü bulamaz kendinde. Vurur kendini yollara ve kaçar... İşte bu kaçış ve ölüm temaları da öykülerin ana kurgularını meydana getirir. Kaçışını bir adada nihayete erdiren Andronikos, bu adada kaldığı süre boyunca kendiyle hesaplaşır. İç sesinin doruğa ulaştığı ve bir nevi yüzleşme içeren bu bölümde kendince bir uzlaşma sonucuna varan Andronikos, cezasının ölüm olacağını bile bile, çareyi manastıra geri dönmekte bulur. "İnsan bütün suçlarının, günahlarının yükünü taşır da taşır. Üstelik, bu suçları, günahları, insanların da, Tanrının da bağışlamayacağını oldukça genç yaşta öğrenir ama neden sonra inanmağa başlar öğrendiklerine, neden sonra kabul etmeğe başlar öğrendiklerini. Ölmez. Ölemez. Yükünün altında ezilir utancın­dan." Döner lakin yine de otoriteye boyun eğmez. Ona biçilen ceza, bir zindanda aralıksız konuşmasıdır. Bu cezası infaz edilirken yalnız da değildir üstelik, keşiş dostu Iaokim de asla konuşmadan, onu dinlemek zorundadır. Cezalar türlü türlü yani...Ardından 7 gün çile çekme ve ölüm ile nekahete ermeyi konu alan travmatik bir ikinci bölüm... Ve akabinde, bu iki öyküden bağımsızmış gibi duran, oysa bu iki örgüye sıkı sıkıya bağlı olan, 27 Mayıs İhtilali'nin sancı ve buhranlarını, dut yaprakları, tırtıllar ve akrepler üzerinden anlatan müthiş bir kapanış öyküsü. "Tanrı adına da olsa insanlar, adaleti kendi ölçüleri içinde dağıtıyor." Evet, anlaşılacağı üzere, resimin yasaklandığı, sanatsal faaliyetlerin ambargolara kurban gittiği, hat safhada Skolastik düşüncenin hakim olduğu İkonoklast döneminden bir anlatı ile arkalik dönemlerden bizi selamlıyor Karasu. Otorite - birey çatışmasının çok başarılı birer örneği olan öyküler, genel bağlamda imgelemler üzerine kurulu. Varoluşçuluk, yabancılaşma, yalnızlık, bireyselleşme, sorumluluk, dostluk gibi olguları derinlemesine irdeleyen yazarın kendisi de kitabının zor olduğunu kabul ediyor. Ve, nasıl ki her malın bir alıcısı varsa, her metnin de bir okuyucusu olduğunun altını çiziyor ve her metnin herkes için yazılmadığının altını çiziyor. "Kendini duymak, gücünü sınamak, istediğini yapmağa gücü yetebileceğini anlamak için güç yoldan gitmek, iyidir, gereklidir, insanın, gerçekleşmesini istediği bir işe önce kendi benliğini koş­ması, işe önce kendinden başlaması gerekir." Öykülerde dikkati çeken bir husus da, biçim özellikleri, cümle yapıları ve vurgulamaları yönünden, yazarın düzyazı şiirini amaçladığı gerçeği... Mısraları anımsatan ve alt alta sıralanan kesik cümleler, okuyucuyu şiirsel bir dilin büyüsü altına sokuyor. "Tümcelerin hepsi, günlerin, yılların, gezilerin, denizlerin, inançların, ölümlerin, kaçışların hepsi belki burada biter, bitmeli. Bundan sonrası tükenesiye tükenmez sözler Tükenmez sözleri tükenesiye Söylemek olacak. Oldu da. Olan buydu. Olmuştu." Sevgili Karasu'nun diline, Türkçesine ise denecek söz yok , sanıyorum kimsenin de haddine değil böyle bir değerlendirme. Zira "Gece" adlı kitabıyla layık görüldüğü (bu ödülü alan tek Türk yazardır) Pegasus Ödülü töreninde yaptığı konuşmasını "Ben kendimi Türkçe'ye borçluyum." diyerek noktalayan ve çok iyi derecede tam dokuz dil bilen Karasu, bir şeyin Türkçe'de güzel bir şekilde söylenebilmesi için, her şeyden önce Türkçe düşünülmesi gerektiğini de ısrarla savunur ki bu bence oldukça derin ve önemli bir tezdir. Öykü, roman ve denemelerinde, eski Türkçe kelimelere işlerlik kazandırma çabası da ayrı bir takdir konusudur nezdimde... "İmparatorlara, imparator buyruklarına karşı gelenlerin, din konusundaki kararlara, inanç üzerine çıkarılan yarlığlara uymayanların, karşı koyanların, ölmeden önce bu davranışlarından ötürü sonsuz pişmanlık duymaları için hiçbir şeyin esirgenmedi­ğini Andronikos çok iyi biliyordu. Yapılan işkencelerin çeşitleri­ni, sokakta oynayan çocuklar bile bilirdi. Çocukken, sokaklann kuytu uçlarında, arsalarda, mezarlık kıyılarında işkence oyunlarını az mı oynamışlardı?" Gelelim Uzun Bir Günün Akşamı adlı bu eserin en önemli özelliğine... Efendim, kimilerinin, ülkemizde ne idüğü belirsiz yazarları postmodernizmin atası, babası, temsilcisi olarak gördüğü günümüz edebiyat dünyasında, bu okurlara, nevi şahsına münhasır dili ve tekniğiyle, tuğla mahiyetinde bir selam gönderiyor Karasu. Göndermesine gönderiyor da, o okurlar bu selamı alır da başüstü yapar mı bilmem?.. Paradoksal nüanslar, ironik betimlemeler, üstü kapalı imalar, görecellik, metinlerarasılık, süreksizlilik, dil oyunları, hayal gücü, bilinç dışı unsurlar, kolaj, montaj, anlatı içinde anlatı ve mikro anlatım gibi postmodernizmin envai teknik ve donanımından nasiplenmiş bir kitap bu. Zaten Karasu da Jacques Lacan'ın Lacanyan Dil Felsefesi'ni, Sigmund Freud'un bilinç dışı kuramını ve Roland Barthes'in Göstergebilim teorisini benimsemiş bir yazar. Hal böyle olunca da Postmodernizm çıtasını arşa değdirmesi kaçınılmaz oluyor. "İnanıp, inandığına inanıp, inandığına artık inanmayıp, inanmadığına artık inanmayıp, inanmadığına inanmadığına artık inanıp inanmayıp..." Eline, emeğine, yüreğine, donanımına sağlık Sevgili Bilge Karasu... Huzurla uyu... *Karasu dünyasına girmek, lütfen gözünüzü korkutmasın, siz adımı atın, gerisi çorap söküğü gibi gelecektir...
Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı
Uzun Sürmüş Bir Günün AkşamıBilge Karasu · Metis Yayınları · 20191,588 okunma
··
2.882 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.