Hafıza OdasıErken dönem Hristiyan düşüncesinin en önemli temsilcisidir Aziz Augustinus.Batı literatüründe otobiyografi geleneğinin ilk temsilcisidir.İtiraflar'ı hayatının ilk dönemi bu dönemdeki ruhsal-entellektüel gelişimi hakkında verdiği önemli bilgiler dışında aynı zamanda yüksek edebi değere sahip bir eserdir.Aynı zamanda içebakış yöntemini ilk kullanan filozoftur.
"İtiraflar" toplamda 13 bölümden (kitap) oluşmaktadır.İlk 9 bölüm kendisini anlattığı 10.bölümden itibaren de felsefesini aktardığı kısımlardır.
İlk bölümlerde öğrendiklerimiz; Annesinin bir katolik olduğu babasının da pagan olduğudur.Annesi tarafından Hristiyan olmaya ikna edilmeye çalışılan babası tarafından da akademik anlamda eğitime teşvik edilen bir profil var karşımızda.Babasının ikna etmesiyle Kartacada retorik eğitimi almaya başlıyor.İlerde gecimini retorik dersler vererek sağlamaya çalışır.18 yaşlarında iken Cicero'nun Felsefeye Teşvik adlı ünlü diyaloguyla karşılaşır ve bu eser onda felsefeye karşı bir ilgi uyandırır.Aradığı şey aslında ezeli-ebedi ,ölümsüz bilgeliktir.Bir yandan gençliğin getirdiği arzu,tutku,haz ile tatmin olurken diğer yandan bu durumun doğurduğu sonuçlardan inanılmaz bir pişmanlık ve suçluluk duyacaktır.Teoloji ve felsefe arasında sıkışmış ve inanılmaz huzursuz .Bir yandan bu huzursuzluğu gidermek için Manicilere takılmakta bir yandan annesinin katolik oluşu ve oğlunu ölmeden önce Hristiyan olarak görme isteğinin yarattığı baskı...
Milano'da yaşadığı evin bahçesinde bir incir ağacının altında kararsız ve çelişik duygular içersinde son derece üzüntülü bir ruh durumu içinde uzanmış, yatarken yandaki komşu evden genç bir çocuk veya kız sesi duyar.Bu ses bir cümle şarkı şeklinde birkaç kez tekrarlanır: "Al ve oku,al ve oku" (Hz.Muhammed'in Hirada iken karşılaştığı duruma benzer (?) ). Bu sırada Agustinus elindeki Kitab-ı mukaddes'i alır tesadüfi olarak bir sayfasını açar gözüne çarpan ilk cümleyi okur.
"Çılgınca eğlencelere,sarhoşluklara,cinsel ahlaksızlıklara ve sefahatlara kapılmayın.Haset ve kıskançlık içinde olmayın.Mesih İsa'yı giyinin.Şehvete dalmaması için bedeninize özen göstermeyin."
Augustinus'un dünyevi arzular,çalkantılar,şehveti tutku ve pişmanlıklar,tereddütler ile geçen eski hayatı artık bitmiştir.Bu olaydan bir süre sonra Milano'da vaftiz edilerek Hristiyan olur.Artık karşımızda Manici bir Augustinus yerine Hristiyan teolojisiyle yoğrulup bu minvalde felsefe ve teoloji üretmeye çalışan bir Augustinus var.
Augustinus ve Annesi
Monica oğlunun iffetli olmasını istemiştir.Bu uğurda oğluna evliliği telkin etmemekle beraber "Bir kadının bütün planlarını altüst etmesinden korkmuştur."Augustinus genç yaşlarda Kartacada kaldığı sırada etrafını yasa dışı olarak tanımladığı sevgililer sarmıştır.Sevmek yerine sevgiyi sevmeştir.Bu dönemdeki ruh halinden anlaşıldığı kadarıyla şıpsevdi ilişkiler yaşamaktadır ve bu durum hem kendisini mutlu etmekte aynı zamanda da huzursuz etmektedir.Çünkü içine düştüğü boşluğu tensel zevklerle tatmin ederken gerçek dostluktan uzaklaşıyordu.Bu anlarda annesi Monica oğlunu içine düştüğü bu durumdan kurtarmak için iffetli bir kadınla evlenmeye ikna ediyor.Augustinu annesinin isteğini yerine getirip nişanlanıyor.Ama aklı hala sevgilisinde.Sevgilim dediği kişiyi annesinin onaylamadığı anlaşılıyor ve Augustinus'un evlenmesine mani olarak görülüyor.Nihayetinde nişanlanıp Milanoyu terkediyor.Bu terkediş onda derin izler bırakmışa benziyor.Bundan sonraki yaşantısında ve felsefesinde bu etki nasıl olmuştur bilemiyoruz.
Augustinus ve Zaman Problemi
Zaman nedir? diye sorar Augustinus."Eğer bana kimse bu konuda soru sormazsa zamanın ne olduğunu bilirim.Ama sorarlarsa izah edemem." Ona göre var olan geçmiş ve gelecek değildir "Hal" dir.Hal,sadece bir andır.Zaman sadece geçerken ölçülür.Buna rağmen gerçekten geçmiş ve gelecek vardır.Burada çelişkiye girdiği görülmektedir ve bu çelişkinden kurtulmak için "Hal" ifadesini kullanmaktadır.
Geçmiş hafıza ile özdeş tutulmaktadır gelecek ise "bekleyişle".Hafıza ve bekleyiş hala var olan olgulardır.Daha sonraki kısımlarda "hafıza odası" kavramını da irdeleyeceğim bu çerçevede.
Augustinus'a göre 3 zaman vardır:
1.Geçmişin şimdisi "hafıza"
2.Şimdinin şimdisi "gördüklerimiz"
3.Geleceğin şimdisi "bekleyiş"
Ona göre geçmiş ,şimdi ve gelecek gibi üç zamandan bahsetmek kaçamaklı bir konuşma tarzıdır.
Augustinus'u rahatsız eden ve Zaman kavramını irdelemesini tetikleyen durum "Tanrı yaratılıştan önce ne yapardı" sorusu olmuştur.Bu soru teolojik anlamda büyük önem taşır.Çünkü Tanrı'nın zaman doğrusunun içinde nerede yer aldığını sorgulamak ,zamanın geçişine tabii olduğunu kabul etmek anlamına gelir ki bu da Hristiyan Tanrı'sına özgü ebediyet,değişmezlik ve mükemmellik niteliklerinin kaybı anlamına gelir.Augustinus bu soruya cevap verirken Tanrı konusunda "öncesi" ve "sonrası"ndan söz etmenin tamamıyla yersiz olduğunu vurgular.Çünkü Tanrı dünyayı yaratırken zamanı da yaratmıştır.Tanrı geçmişte,şimdiki zamanda ve gelecekte yarattıklarının ve zamansal ayrımların üzerindedir.Dolayısıyla Tanrı'nın yaratılıştan önce ne yaptığı sahte bir sorundur ve Tanrı'nın ebediyetini tartışmaya açamaz.Kitapta konu ile ilgili alıntı şöyledir:
Bize " Tanrı göğü ve yeri yaratmadan önce ne yapıyordu?" sorusunu soranlar bak nasıl hala o köhne doğalarıyla tıka basa dolular."Eğer bir işle meşgul değil idiyse" ve "hiçbir şey yapmıyor idiyse" niçin ebediyen hep aynı halini sürdürmedi ,yani yaratımından önce hiçbir şey yapmadığı halini".Tanrı'nın doğasında daha önce hiç olmayan bir şey doğuyorsa bu doğaya gerçek anlamda ezeli-ebedi doğa denmez.Öte yandan yaratılan düzenin doğması için Tanrı'nın ebedi bir iradesi olmuş olsaydı o zaman niçin yaratım da ebedi değil?
"Tanrı göğü ve yeri yaratmadan önce ne yapıyordu ?" diye soranlara yanıt veriyorum.Ama benim yanıtım,bu sorunun ağırlığından kaçıp kurtulmaya çalışan falancanın,duyduğuma göre işi şakaya vurup, "Derinlerini araştırmaya kalkan insanlara cehennemi hazırlıyordu" diye yanıt vermesine benzemiyor.Agustinus'un verdiği yanıt şu:
"Bilmediğimi biliyorum." Bu yanıtı,o derin soruyu soranla sırf dalga geçmek adına ,üstelik yanlış olan bir şeyler söyleyip beğeni toplamak adına verilen deminki yanıta tercih ederim.
Kısaca Augustinus şunu diyor : "Ey Tanrım ! Zamanı sen yarattın.Sen zamanı yaratmadan önce zaman yoktu.Evreni yarattığında zamanı da eş zamanlı yarattın."Benim anladığım bu.Çünkü baya karmaşık ifadeler var.Sorulan sorunun güçşüğü karşısında zorlandığı ve kaçamak cevaplar vermek istemediğinden kendince yorumlamalar yapmaktadır.İslami teolojide de benzer şeyler söz konusu.
Agustinus "Kötülük problemi" Teodise sorunu"
Kötülük problemini basitçe şöyle ifade edebilirim.Üç önerme yazacağım ve bu önermelerden ikisi doğru ise üçüncüsü doğal olarak yanlış olacaktır.
1) Tanrı mutlak güçlüdür.
2) Tanrı tamamen iyidir.
3) Hala kötülük vardır.
Tanrı, kötülüğün varlığına rağmen, her şeye gücü yeten her şeyi bilen ve iyiliği seven bir Tanrı olamaz.Eğer bu önermelerin aynı anda doğruluğu kabul edilirse bu durum çelişki doğuracaktır.
-Tanrı kötülüğü ortadan kaldırmak istiyor ama buna gücü yetmiyorsa "Tanrı mutlak güçlü değildir.
-Tanrı kötülüğü ortadan kaldırabilecek kudrete sahip ama kötülüğü ortadan kaldırmıyorsa ,o zaman Tanrı kötü niyetlidir.
-Tanrı kötülüğü ne ortadan kaldırmak istiyor ne de buna gücü yetmiyorsa o zaman Tanrı hem mutlak güce sahip değil hem de ard niyetlidir.
Kötülük konusundaki çelişkiyi farklı argüman ve tarzlarla ifade eden filozoflar olmuştur.İşi özü anlaşıldığına göre Augustinus bu hususta neler söylemiş ona bakalım.
"Kötünün ne olduğunu aradım ve onun bir töz olmadığını keşfettim, kötülük yüce tözden yâni Tanrım, senden yüz çeviren, bu içten zenginlikleri reddeden, daha aşağı seviyedeki şeylere dönerek dışarıda gururla şişinen bir irâdenin ahlâk bozukluğudur."
Augustinus'un Teodise sorununa getirdiği çözüm aslında Adem'in işlediği ilk günah,kefaret gibi konuları içermektedir.Augustinus,deprem,salgın gibi doğal afetlerin insanın işlediği günahlardan kaynaklandığını savunur.Ama bu durum düzenin bir parçasıdır ve bu cezalar adil olduğu için evreninin mükemmelliğini bozmaz.
Augustinus ve "Hafıza Odaları"
"Hafızanın koskoca mağarası gizemli,gizli ve kelimelere sığmayan kuytularıyla bütün bu algıları alıyor ve gerektiği anda ortaya çıkartıp hatırlıyor.Ama hepsi kendilerine özgü kapılardan girerek burada depolanıyor.Algıladığımız nesnelerin kendileri giremiyor buraya,sadece onların imgeleri kullanıma hazır olarak duruyor ve hatırladığımız anda düşüncelerimize kendilerini sunuyor."