Yaralar vardır hayatta,ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen,kemiren yaralar…. Sadık Hidayet'in 1937'de kaleme aldigi "Kör Baykuşun giris cumlesi. Kitap en çok ilgi, beğeni ve tiksinti toplayan kitaplarından biridir, biraz Dostoyevski´nin agir psikolojik analizlerine ve Kafkanin uslubune benzerlik tasimakta.Bir modern psikanalizi hatirlatiyor , Sigmund Fraud okusa idi acaba ne derdi?Psiko -kurgu romanida diyebiliriz, ayni zamanda eski pers mitlerinden, sembolik motiflerden,metaforlardan cokca kullanilmis.Bilinçli ve bilinçsiz olarak rüya ile gerçek arasındaki gri bölgedeyiz.Kara bir hikaye, yalnızlığın, dışlanmanın, izolasyonun, ölümün ve kibirin, kendinden nefretle sonuçlanan yanlış yönlendirilmiş ve sapkın aşkın kabus gibi bir tasviridir. Kitabın olay örgüsünü çoğaltmak zordur. Yazar-benlik, uyku halinde ve uyku ile uyanıklık arasındaki boşlukta ortaya çıkan ruhun gölgesinin bir hikayesi olduğunu yazar. Kendine güvenmek ya da ölüme ya da deliliğe yaklaşan yaşamlarına inanabilmek. Kitabın kendisi, Hidayet'in hayat hikayesinin anlaşılmasında önemli anahtardır. Orhan Pamuk'un ( "Kara Kitap" ve "Beyaz Kale"yi) akla getiren bir şekilde zaman perspektifiyle ve özellikle bireysellikle oynuyor. bir derede selvi altında giyinmiş kadın ve bu kadın kitapta anne, kız kardeş, erkek kardeş, metres ve fahişe olarak tekrar tekrar karşımıza çıkıyor. Ayrıca hikaye boyunca farklı rollerde kötü bir alamet gibi hareket eden kambur sırtlı, dişsiz yaşlı bir adam da geri dönüyor. Aynı insanlar sürekli olarak yeni zamanlarda, görünüşte yeni rollerde ortaya çıkıyorlar.Hikaye, her aynanın aynı motifi yansıttığı aynalı bir oyun olarak yapılandırılmıştır.. Hidayat'ın kişisel yer değiştirme ve imkansız kişilerarası ilişkilere dair kara tasvirinin köklerini sözde bir eşcinsellik ve bunun sonucunda kendinden nefret etmede bulmak istedi, diyenler olmustur. Bunu bir korku hikayesi, varoluşsal bir kısa hikaye, sürrealist bir kabus vb. olarak okuyabilirsiniz.