Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

208 syf.
·
Puan vermedi
SUNSET PARK / PAUL AUSTER Auster… Sevdiceğim. Kırmızı Defter ile tanıştığım, Leviathan’la daraldığım, Karanlıktaki Adamla zindanlarda kaldığım ama azimle sevdiğim Paulcüğümün şimdide Sunset Park’ını sevgili arkadaşım TC Arzu Ortaören ile beraber okuyacağız. İç Dünyamdan Notlar kitaplıkta sırada, Ay Sarayı kargoda. ( Bu gidişle bizi ancak ölüm ayıracak kıymetini bil bu sözü ne Grange’a ne Maalouf’a söyledim) New Jersey'de doğup, 40 yıldır New York, Brooklyn'de yaşayan Auster, daha öncede New York Üçlemesi adlı seri (Cam Kent, Hayaletler ve Kilitli Oda) ile yaşadığı yeri anlatmıştı. ( hala bu üçlemeyi okuyamadım). Bu kitabı da Florida’da başlasa da, her köşesini özümsediği, kendi coğrafyası olan Brooklyn’de Sunset Park’da geçiyor. Karakterlerin adlarını taşıyan bölümlerde ana öykü dışında onların hikayeleri ile yollarının kesişmesini anlatıyor. Her bölümde yaşananları anlatıcı olarak adını aldığı karakterden okuyoruz. Başkarakter Miles Heller’ın bölümünde: “Ekonominin harap olması, sıkıntıların acımasızca yayılması yüzünden çöken dünyada, çöp temizleme işi bu bölgede gelişen birkaç sektörden biri.” Cümlesi dikkatimi çekti. Ekonomi, savaşlar, teknoloji, otomasyon gibi sebeplerden öne çıkan ya da unutulan meslekler oluyor. Aslında burada bahsettiği günlük çöpler değil, kentsel dönüşüm sonucu boşaltılan binalar, bina enkazları. Bu cümleyi okuduğumda ilk aklıma gelen ‘Senin çöpün başkasının servetidir.’ Sözü oldu. Bir başka açıdan değerlendirirsek; İnsanın sevmediği bir işte çalışarak / çalışmak zorunda kalarak, iyi para kazanması ne kadar ironik değil mi? Genç bir insanın yaşadıklarından dolayı 28 yaşında hayattan beklentisinin kalmaması, gelecek hakkında fikri olmaması, umudunun, hayallerinin kararması ne kadar acı değil mi? İşte Miles Heller’ın durumu… Alice Bergstrom’un bölümünde; Klimalı Kabus ( Henry Miller), Kanun Benim ( Mickey Spillane), Modern Kadın: Kayıp Cins ( Ferdinand Lundberg and Marynia F. Farnham, 1947) gibi kitaplardan ve Hayatımızın En Güzel Yılları adlı filmden bahsediyor. 1946 yapımı film; En iyi film, en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi kurgu, en iyi özgün müzik ve en iyi uyarlamış senaryo dallarında Akademi Ödülü ( Oscar) kazanmış. Kitapları bulup okumam zor ama ilk fırsatta filmi izlemek isterim. Hem incelemesi var hem de değişik karakterler çeşitli sebeplerle filmden bahsediyor. Morris Heller (ismi yanlış yazmadım, Miles’ın babası) bölümünde: ‘Renzo, şemsiye getirmek akıllılığını göstermiş, Morris de ona sokulup şemsiyenin altına girerken Renzo, kolunu onun omuzuna atıyor. İkisi de tek kelime etmiyor. Elli yıllık arkadaşlar, her biri ötekinin ne düşündüğünü adı gibi biliyor.’ Her arkadaşlık böyle oluyor mu? Tabii ki hayır. Gözünün bakışından, nefes alışından ne düşündüğünü anladığımız birkaç dostumuz olsa yeter. Maalesef günümüzde teknolojiyle birlikte her şey değişirken arkadaşlıklar da farklılaştı, yüzeysel, sanal oldu. Ekranda, klavyede arkadaş olduğumuz gözünün içine bakıp, aynı havayı solumadığımız, nefes alışını duymadığımız birinin ne düşündüğünü nasıl anlayabiliriz? Bazı bölümlerde konu tekrarlarla fazla uzatılmış gibi geldi. Özellikle beyzbol bölümü biraz sıkıcıydı. Asla spora karşı değilim (eski bir sporcu olarak böyle düşünmem imkansız) ama ülkemizde yapılmayan, bize fazlasıyla uzak bir spordan, tarihinden bu kadar bahsetmesi konuyu dağıttı. Buna karşılık PEN’de yarı zamanlı sekreter olarak çalışan Alice aracılığıyla kuruluştan ve yaptıklarından bahseden bölümde oldukça uzundu ama edebiyatla ilgilenen kişiler olarak bu bilgilendiriciydi. Yazar biyografilerini okuyan, eser hakkında araştırma yapan bir okur olarak PEN gibi bir kuruluş hakkında yüzeysel bir bilgi sahibi olduğum için kendime kızdım. Neden daha önce detaylı bir araştırma yapmadım, ihmal ettim diye. Karakterlerin iç içe geçmiş öyküleriyle daha önceki hayatlarını, duygularını, düşüncelerini, beraberken yaşadıklarını değişik bakış açılarıyla farklı kişilerin ağzından aktarıyor. Genelde hüzünlü öyküler seçiyor, hikayeyi anlatırken günlük ekonomiden, sosyal yaşamdan, siyasetten bahsediyor. Sistem eleştirilerini satır aralarında okuru rahatsız etmeden, gözüne sokmadan yapıyor. Yazarın kalemi bazen argoya, bazen yeraltı edebiyatına kayıyor ama akışta bu sizi (yani beni) rahatsız etmedi. Ben duyarlı bir okur olarak +18 değil +25 olarak uyarımı yapayım da sonra “Söylemedin” demeyin. Arka kapakta: “ Yaşayan en ünlü Amerikalı yazarlardan biri olan Paul Auster, her romanıyla okurlarını farklı yaşamların tanığı kılarak, modern çağın nabzını tutuyor.” Denilmiş. Bende hiç değilse bir kitabını okuyarak onunla tanışın, ödüllü çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak temsilcilerinden biri olan yazarı atlamayın diyorum.
Sunset Park
Sunset ParkPaul Auster · Can Yayınları · 2010536 okunma
·
137 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.