Gönderi

283 syf.
10/10 puan verdi
Aydın kimdir? Sorusu zihnime her düştüğünde aklıma Tolstoy’un “Kazaklar” adlı romanı ve bu romanın ayrıksı başkişisi Olenin gelir. Romanı okuyanlar bilir, Olenin, doğal durum içerisinde yaşayan Kazak köylüleri ile kendisinin de ait olduğu şehirli-medeni çevre arasına sıkışmış; ne öteki olabilen ne de beriki kalabilen yersiz yurtsuz bir insan tipolojisini temsil eder. Onun, hiçbir yere ait olamayan bilincinin derinlerine inmek istediğimizde ise karşımıza uzun ve kıvrımlı bir modernlik tarihi çıkar. Aydın kişisi de zaten modern bir fenomendir. Batı’da 15-16. Yüzyıllarda sermaye hareketleri, felsefi ve bilimsel gelişmeler ile başlayan modernlik süreci yaşamın doğal, geleneksel biçimlerini tedricen ortadan kaldırıp insanları örgütlü, işbölümüne dayanan burjuva dünyasına kaçınılmaz bir şekilde raptetmiştir. İnsani ilişkiler ve insanın yaşam dünyası ile olan ilişkileri de modern devletin gölgesinde akılcılık ve çıkar temelinde oluşturulan yasalarla ve eğitimli olmanın seçkinlik sebebi sayıldığı-geçer akçe olduğu bir kültürel hiyerarşi içerisinde ilerlemenin, gelişmenin, kültür ve uygarlığın bayrağı altında şekillendirildi. Burada, epistemolojik düzeyde bir farklılaşma ve ontolojik düzeyde bir kayıptan söz edebiliriz artık. Modern dünya, aklın ve bilimin öncülüğünde oluşturulan metafizik yasalarla, insanın bilgi ile olan ilişkisinin organik bütünlükten koptuğu ve dolaylı kavrayış modelleri etrafında çerçevelendiği bir bilinç biçimi oluşturdu. Bu, tarihte bir kopuş anını imler bir bakıma. Bu tür bir epistemolojik yönelim ise her şeyi kavram olarak gören insan zihninin mutlak-ı, hakikati bilmeye muktedir olduğu iddiası üzerinde temellendi ve yaşam dünyası da bu zeminde giderek dolaylı ilişkiler ve algılayış biçimleri ile dönüşmeye başladı. Yaşamın bu düzyazı dünyasında, Vico ile başlayan Rousseau ile devam eden metafizik ve uygarlık eleştirileri aklın karşısına duyular ve tutkuyu, uygarlığın karşısına miti ve kültürlerin çeşitliliğini, düzyazının karşısına şiiri, felsefenin karşısına bağımsız sanatı, mimesisin karşısına dehayı, bireyselliğin karşısına kollektiviteyi, mutlak-ın karşısına ironi ve oyun kavramlarını çıkaran Romantik şair ve düşünürlerin çalışmalarıyla bir ivme kazandı. Bu durum Aydınlanma ruhunda bir çatlak oluşturdu. Uygarlığın ilerleme değil, bozulma şeklinde ortaya çıktığı; doğal insanın, kültürün ve uygarlığın yapay, sahte, gösterişçi alanına çekildiği vaki olmuştu. Geri dönüş yoktu ve eski dünyanın ölüm ilanı Nietzsche’den geldi: Tanrı, yani anlam ölmüştü. Bu, ölüm ilanına bir ağıt olarak da düşünülebilecek olan Modern şiir, Octavio Paz’ın da belirttiği gibi ‘modern çağa bir tepki olmuştur’. Modern bir tür olan, 18. Ve 19. Yüzyıllarda altın çağını yaşayan roman ise, uygarlık ve ilerleme kültünün en temel arızalarını, insan gerçeğine dönerek farklı yaşamsallılar özelinde ifşa etmekle mağrurdu. Freudyen manada uygarlığın bastırdığı, ikinci plana ittiği, meşruiyet tanımadığı ne varsa modern edebiyat ve sanatla geri dönmüştü. Günümüzde kapitalizmin dönüştürmediği bir yer neredeyse kalmadı. Ancak, tarih içerisinde her toplumda geleneksel-modern, doğal durum-kültürel durum, köylü-kentli, halk-seçkinler, halk kültürü-yüksek kültür şeklinde bir dikotomi, bir ikilem yaşanmıştır. Tolstoy’un “Kazaklar” adlı romanı ve romanın başkişisi Olenin tam da bu ikilemin üzerinde durur. Bu ikilemde ikinci sırada anılan taraftan çıkmıştır Olenin. Ancak, sahteliğini görüp, üzerine yapışan bir lanet gibi yaşar onu. İlk sırada anılan kısma da ne yaparsa yapsın ait olamayacaktır. Burası ne o olabilen, ne de bu kalabilen insanın lanetli, mutlak yalnızlığıdır artık...
Kazaklar
KazaklarLev Tolstoy · İletişim Yayınları · 20164,275 okunma
·
253 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.