Çevrilmesi son derece güç, hatta olanaksız bir yazarın; ilk ama en önemli kitabını, yayımlanışından tam yetmiş yıl sonra, elinizde tutuyorsunuz.
Benim söylediklerimi unutun, yazarın cümlelerine kulak verin. Çünkü bu dünyadan, bu dünyanın korkunç savaşlarından, bu dünyadaki aşağılık sömürüden, zorbalıktan, saçmalıktan hoşnut olmayan, ama tüm bunları yaşamın kaçınılmaz koşulları olarak yaşayan insanlarla tanışacaksınız bu romanda.
Ferit Edgü böyle bahsetmiş Önsöz'de bir nebze de olsa romanı... Zor bir macera Bardamu'nun yolculuğu... Fazlasıyla zor ve meşakkatli...
Bir eseri okumaya başlarken neleri baz alırsınız? Yazarı, konusu, kurgusu, yayınevi, yazım şekli? Peki çevirisi?.. Çevirmenin başarısı değil midir bize eseri sevdiren? Kötü bir çeviri, yazım yanlışları, o eserle bağ kuramamanızı sağlamaz mı? Nihayetinde okuduğumuz her eserin başarısı yazardan sonra çevirmenin başarısıyla doğru orantılıdır..
Gecenin Sonuna Yolculuk, muazzam bir eser. Célin'in yarı biyografik tarzda yazdığı Simone de Beauvoir'in deyişiyle "söz kadar canlı bir yazı"'yla yazılmış bir senfoni.
Yiğit Bener... Böylesine zor bir başyapıtı bizlere kazandıran müthiş bir kalem, ayakta alkışlıyorum kendisini... İki yıl boyunca eserle yatıp, eserle kalkan, uykusuz günler ve geceler geçiren, ailesine bile vakit ayıramayan, birçok akademisyen arkadaşından destek alan bir sürü yazışmalar sonunda eseri tamamlayan ve bizlerle tanıştıran, kendi eserleri de olan bir yazar aynı zamanda...
Sonsöz'ü okuyup eseri tamamladığınızda ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Anlaşılacak mıydı ki sözlerim, beğenecekler miydi? Bilemiyordum henüz... Değer miydi bunca emeğe? Eh, dedim kendi kendime, ona da onlar, yani o okur olacaklar karar versin, dimi ama? Herkes kendi işine baksın!.. (Sonsöz'den)
Lütfen siz de kendi işinize bakın Bardamu'yla ve onu canlandıran müthiş çevirmenle tanışın... Sevgiyle...