Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

344 syf.
·
Puan vermedi
Burma Günleri (Özet+Yorum) Roman, 20.yy’ın başlarındaki Britanya Hindistanı’ndaki bir eyalet olan Burma’da (Myanmar) geçmektedir. Burma tipik Hindistan kentidir. Buraya gelen İngilizler genellikle kerestecilikle uğraşırlar. Roman’da tema olarak, sarı renkli sıcak, yeşil renkli ağaçlar (cangıl) ve yanık yerli teni ağır basmaktadır. Yerlilerin kültürü ve İngiliz kulübü arasında, alt-üst ilişkisine benzer kutuplaşma vardır. Bu kitap için, öncelikle karakterler üzerinden yüzeysel bir anlatım yapılacaktır. Kalan kısımlar da 3 tema üzerinden değerlendirilecektir. Bu temalar: “Aşk”, “Kölelik” ve “Sömürge ve İsyan”. Karakterler Ana karakterler olarak karşımıza iki kişi çıkmaktadır: U Po Kyin ve Flory. İlk karakter yerli bir yargıçtır, ikincisi de evvelden bölgeye gelmiş olan İngiliz bir göçmendir. Flory kereste işiyle uğraşmaktadır. Hikâye kabaca Flory’nin yakın arkadaşı Doktor Veraswani üzerinden bağlanır. U Po Kyin İngiliz kulübüne girmekte ısrarcıdır. Tanıdıkları vasıtasıyla kendini kulübe aldırmaya çalışır, hatta yeri geldiğinde isyanı dahi körükleyecektir. Bu kulüp meselesi yüzünden Doktor’u kendine rakip seçecektir. Aynı Doktor Flory’nin de yakın arkadaşıdır. Bu vesileyle iki karakteri birleştiren, bağlayan bir ilişkiler ağı var karşımızda. Doktor ve U Po Kyin yerli kökenlidir. İngiliz ve kulüp üyesi olanlar ise, Lackersteenler, Ellis, Macgregor, Westfield ve Verral. Orwell’ın karakterlerinin özelliklerine gelirsek. Flory, mütevazı ve kültüre uyum sağlamış biri olarak karşımıza çıkıyor. En azından diğer kulüp üyelerine göre. Mesela Ellis adında bir karakter de var. Ellis, aşırı ırkçı bir insan ve yerlileri hiç istemiyor. Yerlileri ister kilisede olsun isterse de kulüpte hiçbir şekilde istemiyor. Orwell muhtemelen bize Flory adındaki karakteri sunmakla, aslında nötr bir kimsenin de yerlilerle temas kurabileceğini göstermiş oluyor. Flory kulübe dahi nadir uğrayan birisi. Yerlilere karşı duruşu ortada olduğu için pek de sevilmiyor, yani cemaatten dışlanıyor. Neticede alt-üst ilişkisinden çok azade ve kayıtsız birisinden bahsediyor. Halbuki Ellis öyle değildir ve dahası Ellis’e göre misyonerler de Hindistan’a gelmemeliydiler çünkü Ellis bir efendi ve köle Hristiyan olamaz . Westefield de aslında pek farklı değil çünkü onun da benzer düşünceleri var. Yerliler ve eşitlik hakkında bir konuşma sırasında şöyle diyecekti: “Daha çok yakınlara kadar, savaşın hemen öncesinde bile ne kadar iyi ve saygılıydılar!” . Ardından artık köleliğin eskisi gibi olmadığından yakınacaktı. Orwel bu karakter üzerinden de aslında köleliğin paralı hizmetkârlığa dönüştüğünü söylüyor. Artık yerliler, para verildiği müddet boyunca hizmetkarlık yapacaklar ve bu durum İngilizlerce yadsınamıyor. Doktor ise bir yerlidir. U Po Kyin ile aralarındaki olaydan dolayı Flory onu kulübe almak ister. Eğer kulübe alırsa Doktor dokunulmaz olacaktır. Tipik doğululara benzemez. Batı medeniyetinin getirdiği pek çok yeniliğe uyum sağlayabilmiştir. Flory’nin aksine Batı medeniyetinin yapıcı bulur. Tüm kurumsal yapılar batı sayesinde gelmiştir. Bir yerde batının birleştirici gücüne atıfla “Pax-Brittanica” diyecektir . İngilizler aslında Hindistan’a barış ve düzen getirdiğini düşünüyordur. Bu ikisi arasındaki diyalog tamamen sömürgecilik temasıyla ilintilidir. Ma Hla May ve Ko S’la Flory’nin birlikte olduğu kadınlar. Ko S’la ile aynı evi paylaşıyorlar fakat Hla May ile metresler. Ko S’la onun hizmetçisi fakat Hla May de pek farklı sayılmaz. Flory ile aralarında -bizim anladığımız manada- bir ilişki geçmiyor çünkü onlarla alt-üst ilişkisini bir türlü aşamıyor. Ko S’la gönülden bağlı bir uşak fakat Hla May para için orada. Flory’nin ilişki yaşayabileceği, âşık olacağı kadın: Elizabeth. Elizabeth, İngiltere’den gelen Flory gibi hür birisi. Lackersteenler (amcası ve yengesi) ailesiyle birlikte kalıyor. Amcası ve yengesinin evinde kalıyor fakat uzun süre kalamayacak. Gerek amcasının tacizci tutumu gerekse yengesinin evlenmesi gerektiği yönündeki tavırlarıyla karşı karşıya. Flory ve Elizabeth arasında mizaç yönünden farklılıklar var. Elizabeth Burma’ya asla uyum sağlayamıyor. Flory’nin ise yaptığı her eylem, kızın gözünde yerliler gibi. Hikâyede yerlileşmiş bir kişi ve karşıda İngiltere’den yeni gelmiş birisi var. Gezmeye çıktıklarında hep yerli adetleriyle karşılaşıyorlar fakat burada Elizabeth bunları hep yadırgayacaktır. Flory aksine uyum sağladığı için, Elizabeth üzerindeki kültür farklılığını geç fark edecektir. Verral ise son safhada hikâyeye dahil olacak. O da bir göçmen olarak Hindistan’a geliyor. Daha sonrasında askerliğe geçiş yapmış. İhtiyat kuvveti olarak Burma’da bulunacak. Polo oynamayı seviyor hatta Flory’le de polo oynamaya çalışacaklardı. Flory hakkında ikrar edilen detay, her şeye alışabilmiş fakat yüzündeki bene -doğum lekesine- bir türlü alışamamış olmasıdır. Orwell bunu sürekli okuyucuya hatırlatır. Bu imge bir yerden sonra okuyucuda da bıkkınlık getiriyor. Okurken okuyucuya “lütfen, Flory kendi doğum lekesini görmesin” dedirtiyor. Dikkat edersek, Orwell’in bu imgeyi, Flory’nin özgüveninin düştüğü her yerde karşımıza çıkardığını anlarız. Doğum lekesi her zaman bir düşüş olarak da okunabilir. Aşk “Dünyada, hiçbir zaman sahip olamayacağınızı bildiğiniz bir kadını arzulamaktan daha aşağılık, daha onursuz bir şey var mıdır?” Tanışıklıklarından bir süre sonra, iki insan birlikte ava çıkacaklardır. Orwell bu av hikayesini muhtemelen aşk temasının olgunlaşması için kurmuş. Bu edebiyatçıların ve şairlerin sıkça kullandıkları bir tema. Bilerek yaptı diyorum ama yazım esnasında spontane gelişmiş olması da ihtimal dahilinde. Çünkü Burma’da başka ne yapılabilir? Her yeri gezmişlerdi zaten. Av teması bahsinde ikilinin ava çıkışı aslında bir okun birinin yüreğine saplanması anlamına geliyor. Atılan bir kurşun isabet edecek ki yekdiğeri yaralı kalsın. Batı edebiyatının köklerinde de savaş tanrısı Ares ve -bedensel veya doğurganlık- Afrodit’in birleşmesinden Eros doğacaktı. Aynı minvalde aşk, kitapta, Flory’deki avlama tecrübesi ve Afrodit’in yan yana gelmesiydi . Flory kıza da avlanmayı öğretecekti. Avın sonunda bir leopar avlanmıştı. Tüm bir av teması Flory’nin kızı tavlamasına yorulmuştu. Elizabeth, Flory’den evlenme teklifi bekliyordu ama Flory bir türlü edemiyordu. Bir ara evlenme teklifi edecek gibi olmuştu fakat deprem olmuştu. Flory’nin ağzından bir türlü “benimle evlenir misin” lafı çıkmamıştı. Bir deprem de Elizabeth’in Flory hakkındaki her şeyi öğrenmesiyle olmuştu. Flory hakkında amcası tarafından doldurulmuştu. Evinde Burma’lı bir kadını tutmuş olması, Elizabeth tarafından öğrenilmişti. Flory için bunun duyulması doğum lekesinin sürekli görülmesi gibi bir şeydi. Artık Elizabeth için Flory ile bir şeyler yaşama imkânı kalmamıştı. Modernite öncesi toplumlarda cemaat hayatı, kulüp yaşamı veya topluluk düşüncesi her zaman bireyi bastırır. Burası için, herkesin herkesi tanıdığı bir yer ve Flory’nin de burada sevilmeyen adam olduğu söylenilebilir. Tüm bunlarla birlikte artık ikilinin ilişkisi Elizabeth için bitecek ama Flory platonik olarak hâlâ aşık kalacak. Elizabeth, Flory ile kuramadığı dinamiği artık Verral’la kuracaktı. Zaten Lackersteen ailesinin de işaret ettiği aday Verral idi. Verral da bir süre sonra bölgeden ayrılacaktı. İsyan bastırıldıktan sonra tekrar Elizabeth ve Flory zorla da olsa bir arada olacaklar fakat yine aynı metresi yüzünden bu ilişki de bitecekti. Orwell’ın, bu aşk işini bu kadar uzattıktan sonra ana karakterinin canını alması epey ilginç. Okuyucu ister istemez kısa sürede olsa bir birliktelik hayal eder. Kölelik Köle bahsinde Ellis’in ve Flory’nin kölelerine değinelim. Kitapta ne zaman kulüpte bir mevzu konuşulsa, ırkçı Ellis’in ağzından hakaret çıkar. Köle bu hakareti duyar duymaz üzerine alınır ve efendim diye gelir. Orwell muhtemelen bilerek böyle bir atıf yolunu seçti. Ellis’in tipindeki insanlar köleleri insan yerine koymuyorlardı. Ellis’in kölesine bir keresinde Verral sert davranır, Ellis sen kim oluyorsun minvalinde çıkışır fakat Verral oralı olmaz. Ben Verral’ı okurken -bir ihtimal de olsa- Nietzsche’nin Zerdüşt kitabını aklıma getirdim. Orada Efendi-Köle ahlakına değiniliyordu. Nietzsche kendi de Efendi olmayı seçmişti . Burada Verral da bana öyle geliyor efendiyi simgeliyor. Orwell belki bilerek işlemiş de olabilir. Çünkü Verral bir yerde, “bunlara köle olduklarını hatırlatmalısın Ellis, sen yapmazsan ben yaparım” minvalinde söyleniyordu. Flory’nin kölesiyse epey sadık. Ko S’lanın geçtiği her yerde sahibine sonsuz bağlılığını görüyoruz. O kadar uzun süre birlikte kalmışlar ki bazı alışkanlıklar karşılıklı olarak ezberlenmiş. Kadın evde sahibinin her isteğini yapmaktan sorumludur. Efendi ise hep emir verir. Kulüp bazında düşünürsek, Flory, hep Bolşevik fikirli olmakla itham edilir. Flory’nin kendi yaşadığı hayata, kölelere tavrına bakarsak çok da Bolşevik değildir. Sadece bir minnet duygusuyla hareket eder. Özellikle hem toplumdan hem de memleketinden izole olduğu için fikirleri hep zıttır. Cemaati onu böylece iterken o yerlilere tutunur. Doktor’a bir keresinde söz verecek ve kulübe aldırılmasını sağlayacaktır. Bu fikir herkesçe reddedilir fakat kurumsal zorunluluk vardır. Aslında yerlileri de çok sevmez ama kulüptekileri daha çok sevmediği için böyle yapar. Orwel, bu karakter üzerinden sosyal hayatı da verir bize. Bir yandan yerli birisinin de kulüplere alınabilecek seviyeye geldiğini de gösterir. Hatta bazı yerliler için de İngilizlerden daha telaffuzlu konuştuklarını söyleyecektir. Sömürge ve İsyan U Po Kyin bir isyan başlatmıştı. Bu isyanı körükleyecek ve en sonunda olay yerine bir hakem gibi gidip bastıracaktı. Bu sayede kendisini kahraman ilan etmiş olacaktı fakat olaylar hiç de onun istediği gibi gitmedi. İsyanı bastıran Flory oldu. Flory ve Doktor’un şöhretlerini arttırmış oldu sadece. Bu isyan meselesi ve birtakım adamların çıkar sağlaması da 20.yy’ın bir sosyal meselesi olsa gerek. Orwell bu tip bölge valilerinin ayak oyunlarının veçhelerini kitapta böyle işlemiş en azından. Bir yerlinin gelebileceği en yüksek nokta, şark kurnazlığındaki en tepe U Po Kyin’in konumu olsa gerektir. Ellis ve diğer arkadaşlarının hiçbiri kulüplerinde bir yerli istemiyorlar. Aralarında sadece Flory bunu istiyor o da diğerlerinden hazzetmediği için yerlileri yeğliyor. Bir diğer yandan da halkın bir kısmının da geliştiğini, tıpkı İngilizler gibi yaşadığını da görüyoruz. Onlardan daha seküler fakat adetlerde bunu yakalayamadıklarını görüyoruz. İngiliz kulüpleri bahsine değinirsek, hikâyede 1 kişi kulübe alınacak. U Po Kyin bir kurtarıcı olarak kulübe girmek istiyordu fakat Flory arkadaşını kulübe soktu. Hikâye bize aslında İngiliz kulübünün ve yaşantısının yerli seküler bireyler tarafından da istendiğini gösteriyor. Talep edilen bir yer. İngilizlerin gördükleri gibi bu insanların hepsi vahşi ve yabanıl değiller. Yeterli eğitim verildiğinde onlar da aynı sistemden çıktıkları için birbirlerine yakın düşünmektedirler. Modernite ve sekülerlik bağlamında sömürgeciliğin götürdüğü bir şey bu. İyi veya kötü denilemez bunun için.
Burma Günleri
Burma GünleriGeorge Orwell · Can Yayınları · 20043,153 okunma
·
1 artı 1'leme
·
267 görüntüleme
Özgürce okurunun profil resmi
Gerçekten kaleminize sağlık tüm kitabı yazmışsınız üstüne bari kitap özeti içermektedir diye başlık atın :) sizin kitap hakkındaki düşüncelerinizi de bilmek isterdim. Çok genele yaydığınız için beğenip beğenmediğinizi anlayamadım.
Hakan okurunun profil resmi
Yüzeysel yorumlarla sınırlı tuttum. İdrak edip eleştirmek için 2. defa okunması gereklidir. Bir de ben kimim de Orwel'i eleştireyim. Sadece özet ve yorumlamada bulundum. Pek değerlendirme sayılmaz, haklısınz.
2 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.