Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık...Yaşar Kemal 1974 ve 1975 yılında iki ayrı kitap olarak yazmış olduğu Akçasazın Ağaları-1 Demirciler Çarşısı Cinayeti ve de Yusufçuk Yusuf Akçasazın Ağaları-2 romanları ile edebiyat tarihinin adeta bir devi olduğunu gösteriyor bize. Toplumsal gerçekleri kültürel, politik ve ekonomik koşullarıyla ele almış, ataerkil toplumu, Çukurova bölgesi insanlarını ve ilişkilerini aktardığı romanlar iki ayrı kitap olarak yayınlanmıştır.
Peki bu romanda ne anlatılıyor diye soracak olursanız; birbirlerini yok etme amacıyla tüm hünerlerini kullanan iki karşıt grup arasında kalan ülkenin kaderi üzerine dev lanet okumayı konu ediyor. Roman isminden anlaşıldığı gibi kesinlikle bir polisiye cinayet romanı değil bir kere, Diğer çoğu kitapları gibi politik bir kitap ve sonuna kadar her sayfada edebiyat kokan, tasvirlerle dolu, masal gibi bir kitap aslında. Başkası yazsa bu kadar tasvirden sıkılabilirsiniz çünkü 572 sayfalık romanın 300 sayfası neredeyse tasvirdir ama Yaşar Kemal tasvirleri ile sizi asla sıkmıyor tam tersine romanın içine alıyor. Yaşar Kemal gerek hayal gücü gerekse edebi bilgisi ile kendisine hayran bıraktırıyor. Kitabı okurken; aynı zamanda kendi ailemin de bir zamanlar yaşadığı Çukurova Bölgesini, Ceyhan'ı, Adana'yı, Yılan Kalesini, Tarsus'u ve Mersini nitekim Akdeniz'e özgü iklimi, coğrafyayı, Torosları, doğayı, hayvanları, o eski köy zamanlarını da yad ettim çoğu zaman. O yüzden kitabı okurken aynı zamanda yaşadım da anlatılanları. O eski Çukurova’yı, pamuk tarlalarını, baharı, ceylanları, börtü böceği, pişirilen yemekleri, yufkayı, bazlamayı, çirişi kulaktan dolma bize aktarılan o güzel hikayeler, masallar geldi hep gözümün önüne. Belli bir zaman sonra sanki sizde orada çalışan bir ırgat yada köyün bir ferdi gibiymişsiniz gibi geliyor. İşte bu cümlelerle başlıyor kitabımız herkesin kulağında yer eden;
Bindiler de çektiler gittiler, o iyi insanlar, o dünya güzeli atlara...
O yiğitler, o her birisi kaplan örneği şahinler, o ceren gibi atlara bindiler de başlarını aldılar gittiler.
Bir daha, bir daha hiç gelmeyecekler.
Hiç, hiç, hiç!
Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.
Şu dünyanın yaşaması müşkül hal ilen.
Bin iyiyi bir kötüye kul eden...
Yapayalnız kimsesiz.
Hem de çaresiz.
Yalnızlığı, çaresizliği yüreğinin başında ağılı bir hançer yarası gibi...
Çaresizlik, hem de boşluk.
Yanıyor yüreğim.
Eskiden, daha korlu, daha beter, delirten, yüreğim ne güzel yanardı.
İçimde bir ateş harmanı.
Keşke şimdi de öyle olsa.
Yansa yüreğim, acısa, korksam.
Ölüm gibi, ölümden beter, korksam yüreğim dayanamasa.
Orta yerinden çat diye çatlasa, tam ortasından.
Sabır taşı gibi...
Yaşar Kemal’in “O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.” sözü, insanlığın bittiğini, kraldan çok kralcı olanları anlatır. Siyahı beyaz, yanlışı doğru, kötüyü iyi, soysuzu soylu, korkağı kahramana çeviren paranın insan olmak için yetebileceği yanılgısına düştüğünü, insanların çıkarları, menfaatleri uğruna insanlıktan çıkmışlıklarını, dalkavukluğu, güçlünün güçsüzü ezmesi, sınıf ayrımcılığını, ülkede ne düzen ne dirlik kalmadığını, devleti arkasına alanların istedikleri gibi at koşturduklarını anlatıyor. Giden güzel insanlar beylerdir ve feodal bir düzenin temsilcileridir, Yaşar Kemal'in Çukurova gerçekliğinde beylerin gidişi yeni bir düzenin başlangıcı olduğunu her çağda insanların para için kendini, vatanını sattığını, insanda yaşama umudu kalmadığını anlatır.
Keyifli Okumalar...