Kitaptaki öyküleri okumak, sandıktan yayılan huzursuzluğu hissettiğiniz halde, yavaş yavaş ona doğru çekilip kapağını açmak gibi. Sadece bakmamak, bakıp da görmek gibi. İlk öykünün sonunda, kemiklerin sesi kulağınızda çınlarken en derinlerde hissettiğiniz sızı gibi...
Yazar daha ilk sayfalarda yakalıyor sizi. Çevrenizde sıradan kabul edilen hayatlara konuk oluyorsunuz. Toplumsal meselelerin arasında kaybolanlar, kıyıda köşede farkedilmeden kendi acısını yaşayıp geçip gidenler. Her şey derinlerde bir yerlerde ama kimse görmeden yaşanıyor.
Arka kapakta kitabın içerisinden bir alıntı paylaşılmış: "İnsanlar ikiye değil, üçe ayrılıyor bence: Yaşayanlar, yaşamayanlar ve bir de kendine ait bir yaşam kuramayanlar." diyor karakterlerden birisi. Tam da bu aslında. Hayal bile kuramayanların hikayesi bu.
Depresif değil ama hissettiriyor. Genel olarak her öykünün sonunda bir sarsıntı, bir kıymık yokluyor sizi. Rahatsız ediyor mu, evet, çünkü etmeli, çünkü insanız... Kendi türünde çok başarılı, kesinlikle okunmalı.