Gönderi

208 syf.
·
Puan vermedi
·
5 günde okudu
"Nasıl adlandıracağım adlandıramadığım sözcüklerimi?" diye soruyordu Beckett, Hiç İçin Metinler'de. Adlandıramadığı her şeyi Adlandırılamayan'a sığdırmış sanki... Burada zaman yok, mekân yok, uzam yok, keza bir gerekliliği kalmamış olan beden de yok. Konuşan kişiye ait biçimsiz bir biçim var yalnızca; kim olduğunu, nerede olduğunu bilmediğini söyleyen, zincirlerinden boşanmış sözcüklerle durmaksızın konuşarak sessizliğin ardına düşen bir zihinden ibaret o belki de artık. "Konuşmak zorundayım, sürdürmek zorundayım" diyor, "boşuna yaşamamış olmak ve sonra susabilmek için konuşmak zorundayım." Yığınla olayı, olguyu, gözlemlerini, düşüncelerini, hislerini boca ediyor üzerimize. Mahood ve Worm, önce onu konuşmaya zorlayan efendinin iki ayrı görünümü olarak çıkıyor karşımıza. Sonrasında her ikisinin de anlatıcının alt kimlikleri olduğunu fark ediyoruz. (Bir harfini/bir parçasını yitirmiş olan 'manhood' mu? Manhood: erkeklik, insanlık. Worm'un mânâsının kurtçuk, larva olması peki? Beckett labirenti...) Bir noktadan itibaren tüm kurmacalar, kişiler, öyküler bertaraf ediliyor. Kaotik bir içsellik deneyimi içinde, bir karadeliğin çekimine kapılmışçasına (ve okuru da oraya doğru çekerek) kâh bizimle kâh kendi kendisiyle konuşan, yazarın ta kendisi aslında. Yankının Kemikleri'nde "görmüyor musun, kayboluyorum" dediği düşüyor aklıma. Yaşamın kargaşası içinde kaybolmuş, o kayboluşta "devam edebilmek" için bir yol arayan ve ısrarla devam eden, bu yolu tek dayanağı olan sözcüklerle kuran, kimi zaman bir döngüselliğe hapsolan, sıradışı bir zihnin muhteşem akışı Adlandırılamayan. Çokça hüzünlendiren, bazen epey güldüren; hayatın gündelik/göstermelik yanlarının kıyısında duranları uzunca düşüncelere daldıran, bambaşka derinliklere sürükleyen bir söylem. Bütün güzellemelerimizi yerle yeksan edercesine, insanlığın düştüğü sefaletin sesini duyuran bir manifesto.  Zahmetsiz okunacak kitaplardan değil, bilakis, emek isteyenlerden. Silkelenmeye, iğnelenmeye talip olan okurun harcı olanlardan. Anlatıcının tüm o içsel sarsıntılarına iştirak etmek, oradan oraya sıçrayan düşüncelerinin peşi sıra gitmek hiç kolay değil. Beckett ve benzer yazarları sevenler içinse tabi ki büyüleyici. Maurice Blanchot'nun bu kitaba dair sözleriyle bitireyim: "İnsanın kendini hariç tutamadığı bir sınavın hayran olunası hiçbir yanı yok, kapalı olma ve ölümle bile çıkılamayan bir mekânda dönüp durma gerçeğinde hayranlık duymayı gerektirecek hiçbir şey yok, çünkü oraya düşmek için çoktan yaşamın dışına düşmüş olmak gerekir elbette. Estetik duygular burada geçmez artık. Belki de bir kitap karşısında değilizdir, belki de bir kitaptan çok daha fazlası söz konusudur."
Adlandırılamayan
AdlandırılamayanSamuel Beckett · Kırmızı Kedi Yayınevi · 2018207 okunma
··
1 artı 1'leme
·
722 görüntüleme
şaziye.. okurunun profil resmi
Bu kitap beni öyle sarstı ki içimden ve elimden geldiğince karaladım bir şeyler. Yorumunuz ve katkınız için ben teşekkür ederim. Yine önemli noktalara değindiniz. Var olun. Beckett bu kitapla bambaşka bir eşiği aşmış, bu muhakkak. Hiçbir şey söylemeden her şeyin söylenişi, kayıtsızlığın duyumsanışında pek çok şeyin kaydının tutuluşu... Karakterlerin adlarına gelince, ilginç bir noktadır gerçekten. Sadece üçleme değil diğer yaptılarda da öyle. Benim de dikkatimi çekmişti ve biraz kurcalamıştım. Beckett'in yaşamında ve yazma sürecinde annesi ile yaşadığı sorunların çok ciddi bir etkisi var, annenin adı May. Bir makalede okumuştum, isimlerde annesinin isminin baş harfini ya da ters çevrilmiş halini bu nedenle kullanmış olabileceğini. Şu ana kadar okuduklarım içinde Adlandırılamayan benim için de ayrı bir yerde duruyor. Çevirmen sahiden büyük emek vermiş, tüm Beckett yapıtlarında görülüyor bu. Tekrar teşekkürler, sevgiler..
Eylül Türk okurunun profil resmi
Ne güzel ifade etmişsiniz, artık üçlemenin her romanından sonra soluğu burada alıyorum :) Estetiğin minimalize edildiği sanat, yaşamın vurgusal alanlarını psişik birer mesele olmaktan kurtarmıyor mu sizce de? Bu anlamda belli bir forma ve sisteme uygunluk göstermeyen, karşıtlıkların aynı dilden konuştuğu, edebi metinleri önemsiyorum. Adlandırılamayan'a bir mânâ vermek gerekirse; kayıtsızlığın duyumsanışı derim. Nominalist ironi... :) Düşünsenize, görme işlevimiz bile, basit bir kamera sistemi değil çıkarımsal, çok sayıda bağlantı içeren beyin işlevinden ibaret... Yani görüntü herkese göre farklı. Bu durumda soyut gerçeklerin zihinsel özdeşliğinden kim sözedebilir :) Aslında, bir sesin kulaktan evvel, pek çok duyumsal kanalla bambaşka bir şeye dönüşmesi, bize pek çok şey söylemiyor mu? Bir sesin gerçekte ne olduğunu ifade edemiyorsak daha komplike bir duyumun kesinlik kazanması nasıl mümkün olabilir?.. Bir anlatı söz konusu olduğunda, bunun sayısız yolu bulunabilir ama "hiçbir şey söylemeden konuşabilmek"... Çok güç olmalı, bütün olasılıkları elemek ve mümkün bütün yolları yok saymak...Aklım almıyor 😅 Sizin de ilginizi çekti mi bilmiyorum ama üçlemenin bütün karakterleri 'M' harfiyle başlıyor...Ya da şeklen tam tersi olan W ile... Beckett için anlamını tartacak kadar hakim değilim, size bir şey düşündürdü mü? Belki farklı harflerle başlamanın önemsizliğini belirtmek istemiştir... Burada çevirmenin de hakkını teslim etmek lazım, ustalık isteyen, büyük emek isteyen, çok zor bir metin. En iyi hissettiğim 'Adlandırılamayan' oldu. Buradan bir yere varılabilir mi bilmiyorum :) Yine çok keyifli bir tahlildi... Zihninize sağlık🌿👌
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.