Ne güzel ifade etmişsiniz, artık üçlemenin her romanından sonra soluğu burada alıyorum :)
Estetiğin minimalize edildiği sanat, yaşamın vurgusal alanlarını psişik birer mesele olmaktan kurtarmıyor mu sizce de? Bu anlamda belli bir forma ve sisteme uygunluk göstermeyen, karşıtlıkların aynı dilden konuştuğu, edebi metinleri önemsiyorum.
Adlandırılamayan'a bir mânâ vermek gerekirse; kayıtsızlığın duyumsanışı derim. Nominalist ironi... :) Düşünsenize, görme işlevimiz bile, basit bir kamera sistemi değil çıkarımsal, çok sayıda bağlantı içeren beyin işlevinden ibaret... Yani görüntü herkese göre farklı. Bu durumda soyut gerçeklerin zihinsel özdeşliğinden kim sözedebilir :) Aslında, bir sesin kulaktan evvel, pek çok duyumsal kanalla bambaşka bir şeye dönüşmesi, bize pek çok şey söylemiyor mu? Bir sesin gerçekte ne olduğunu ifade edemiyorsak daha komplike bir duyumun kesinlik kazanması nasıl mümkün olabilir?..
Bir anlatı söz konusu olduğunda, bunun sayısız yolu bulunabilir ama "hiçbir şey söylemeden konuşabilmek"... Çok güç olmalı, bütün olasılıkları elemek ve mümkün bütün yolları yok saymak...Aklım almıyor 😅
Sizin de ilginizi çekti mi bilmiyorum ama üçlemenin bütün karakterleri 'M' harfiyle başlıyor...Ya da şeklen tam tersi olan W ile... Beckett için anlamını tartacak kadar hakim değilim, size bir şey düşündürdü mü? Belki farklı harflerle başlamanın önemsizliğini belirtmek istemiştir...
Burada çevirmenin de hakkını teslim etmek lazım, ustalık isteyen, büyük emek isteyen, çok zor bir metin.
En iyi hissettiğim 'Adlandırılamayan' oldu. Buradan bir yere varılabilir mi bilmiyorum :)
Yine çok keyifli bir tahlildi... Zihninize sağlık🌿👌